Ceza HukukuMakalelerimiz

Deprem Sonrası Meydana Gelen Neticelerden Doğan Cezai ve Hukuki Sorumluluk

Cezai Sorumluluk

Ceza hukukunda suçun maddi ve manevi unsurları vardır. Maddi unsurlar hareket, netice ve hareket ile netice arasındaki illiyet bağıdır. Manevi unsur ise kusurdur.

Ceza hukukunda sorumluluktan bahsedebilmek için hareket, netice, kusur ve hareket ile netice arasındaki illiyet bağının varlığı gereklidir.

Ceza hukukunda hakim olan ilke fiilin sübjektifliği ilkesidir. Yani fiilin faile bağlanması, fiil ile fail arasında iradi bir ilişkinin kurulması gerekmektedir.

Ceza hukuku tarihine bakıldığında kusur oldukça yakın bir döneme rastlamaktadır. Ceza hukukunda kusurlu sorumluluk ilkesi pek çok hukuk düzeninde kabul edilmektedir ve uygarlıkla koşut bir ilkedir. Bu ilkeye göre fail fiilinden kusuru oranında sorumludur ve ancak bu oranda cezalandırılır.

Ceza hukukunda objektif sorumluluk ise modern ceza hukukunun benimsediği ‘’kusursuz suç ve ceza olmaz’’ ilkesini kabul etmeyip yalnızca hareket ile netice arasındaki nedensellik bağını inceler, bu ilkeye göre kusur suçun bir unsuru değildir. Yeni Türk Ceza Kanunu objektif sorumluluğu hukuk dünyasından silmeyi amaçlamaktadır.

Kusurluluğu kaldıran bir nedenin bulunması durumunda suç oluşmayacaktır yani fail cezalandırılmayacaktır. Kusurluluğu kaldıran durumlardan kaza, mücbir sebep ve tesadüf konularında nedensellik bağının da kalktığını kabul eden görüşler bulunmaktadır.

Bir mücbir sebep olan depremin cezai sorumluluğu bertaraf etmesi için illiyet bağını kesecek şekilde kaçınılmaz olması gerekmektedir. Bunun için de yapının kurallara uygun yapılmış olması, deprem sonucu meydana gelen zarara insan faktörünün etki etmemiş olması gerekmektedir.

Binanın mevzuata ve gerekli kurallara uygun bir şekilde yapıldığı takdirde yıkılmayacağı sonucuna ulaşabiliyorsak nedensellik bağının varlığından söz etmek mümkün olacaktır.

YHGK, E.2012/4-786, K.2013/318, T.6.3.2013 kararında ‘’dava konusu zararın, 17 Ağustos 1999 günü gerçekleşen deprem nedeniyle oluştuğu, bina plan ve projesine, imar düzenlemelerine ve deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa bile, gerçekleşen depremin 7,4 şiddetinde olduğu göz önüne alındığında, binanın deprem nedeniyle hasara uğramasının kaçınılmaz olduğu, bu nedenle belirlenen tazminat tutarından hakkaniyet gereği uygun bir indirim yapılması gerektiği ‘’ sonucuna varılmıştır.

Doğrudan ve Olası Kasta Dayalı Sorumluluk

Deprem sonucu yaşanan yıkımlarla ilgili Türk Ceza Kanunu’nun 3. Bölümünde yer alan Hayata ve Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar incelenmelidir. Bu bölümde yer alan suçlar kast veya taksir ile işlenebilir.

Kast kusurluluğun asli şeklidir. Kast, bütün suçlar bakımından geçerli olan kusur türüdür. Esas olan suçun kasten işlenmesidir. Bazı suçlar taksirli olarak da işlenebilir. Kast, suçun kanundaki tanımının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

Olası kast ise TCK madde 21/2’de düzenlenmiştir.

“Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.”

Doğrudan kastta fail sonucu hedefler ve gerçekleşmesi için harekete geçer. Olası kastta fail sonucu öngörür, kabul eder ve olursa olsun düşüncesiyle hareket eder.

Suçun kasıtlı olarak işlenmesi halinde verilen ceza olası kastla işlenmesi halinde verilen cezadan çok daha ağırdır. Olası kastta netice kastı belirler. Yani gerçekleşen sonuç ne ise fail ondan sorumludur.

Taksire Dayalı Sorumluluk

Taksir TCK madde 22’de düzenlenmiştir. Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. Taksirde önemli olan öngörülebilir bir neticenin öngörülmemiş olmasıdır.

Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

Olası kastla bilinçli taksiri ayıran unsur isteme unsurudur. Taksirin unsurları hareketin iradi olması, neticenin istenmemiş olması, nedensellik bağının bulunması, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmesi, suçun kanunda cezalandırılmış olması sonucun öngörülebilir olmasıdır.

Taksir, basit ve bilinçli taksir olmak üzere ikiye ayrılır. Basit taksirde öngörmesi gerekeni öngörememe durumu vardır. Bilinçli taksirde ise öngörülmesi gereken durum öngörülür ancak gerçekleşeceğine imkan verilmez.

Kastı taksirden ayıran unsur istemedir. Taksirde sonuç istenmez, kastta istenir. Kişinin doğrudan hedeflediği sonuç istenmiştir.

Bundan başka failin gerçekleşmesini istediği sonuçtan ayrılması mümkün olmayan sonuçlar yani neticeye zorunlu olarak bağlı olan sonuçlar da istenmiştir. Bir de asıl irade edilen sonuçla birlikte gerçekleşmesi muhakkak olmayan muhtemel sonuçlar da istenmiş olabilir.

Bu sonuçlar bakımından failin tutumuna göre olası kast ve bilinçli taksir ayrımı yapılmaktadır. Eğer gerçekleşmesi olası olan sonuca fail rıza göstermiş, kabul etmiş ve olursa olsun düşüncesiyle hareket etmişse olası kast oluşmuş olacaktır. Bilinçli taksirde ise fail olası sonucu öngörmüş ancak gerçekleşmeyeceği düşünesi ile hareket etmiştir.

Nitekim Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2011 Van depremi sonrası açılan bir temyiz davasında deprem sonrası meydana gelen ölümlerin bilinçli taksire dayalı ölüm olarak değerlendirileceği şeklinde emsal bir karar vermiştir.

Yargıtay 12. CD. , E. 2016/4242 K. 2016/10443 T. 17.6.2016 sayılı kararında

“Toplam 24 kişinin öldüğü, katılan …’in ise yaralandığı olayın, bozma ilamına uyularak yapılan yargılaması sonunda, sanığın eyleminde bilinçli taksirin koşullarının oluştuğu kabul edilmiş ise de, taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasına rağmen sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri ve bilgisine güvenerek hareketini sürdürtmesidir.”

şeklinde ifade ederek deprem sonucu meydana gelen ölümlerin bilinçli taksir suçunun cezası ile değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.

Geçmişten Günümüze Türkiye’de Gerçekleşen Büyük Depremler

Türkiye önemli bir deprem kuşağı olan Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Ülkemiz yüzölçümünün üçte ikisi II. ve III. Derece deprem bölgesinde yer almaktadır. Ayrıca nüfusumuzun % 44’u I. derece deprem bölgesinde» %2’6’sı II. derece deprem bölgesinde, %15’i III. derece deprem bölgesinde» %13’ü IV. derece deprem bölgesinde ve %2si V. derece deprem bölgesinde yaşamaktadır.

Ülkemizde geçmişten günümüze kadar pek çok büyük deprem gerçekleşmiştir.1509 yılında İstanbul’da 7,2 büyüklüğünde yaşanan deprem halk arasında “Küçük Kıyamet” olarak adlandırılmıştır.

27 Aralık 1939’da Erzincan’da meydana gelen depremde 33 bin kişi hayatını kaybetti, 100 bin kişi yaralandı ve 116 bin civarında bina yıkıldı. Bu deprem sonucu ilk defa Kuzey Anadolu fay hattının varlığı ortaya çıktı.

1976’da Çaldıran’da meydana gelen 7,5 büyüklüğündeki depremde 3 bin 840 kişi öldü, 9 bin 232 bina hasar gördü. 17 Ağustos 1999’da Gölcük’te meydana gelen 7.4 büyüklüğündeki depremde 18.373 kişinin öldüğü, 25 bine yakın kişinin de yaralandığı açıklandı.

Gölcük depremi Türkiye’de yaşanan en uzun süren deprem olarak bilinmektedir. 12 Kasım 1999’da gerçekleşen Düzce depreminde 894 kişi hayatını kaybetti, 2 bin 679 kişi yaralandı.

2003 yılında Bingöl’de meydana gelen 6.4 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiştir. 23 Ekim 2011’de Van Merkeze bağlı Tabanlı köyü merkez üssü olmak üzere büyük bir deprem meydana geldi. 9 Kasım 2011 Çarşamba günü 21.20 sularında Van Merkez’e 16 kilometre uzaklıktaki Edremit ilçesinde, aletsel büyüklüğü 5.6 olan yeni bir deprem meydana geldi. Her iki depremde toplam 601 kişi öldü, 1966 kişi ise yaralandı.

2020 Yılında Elazığ’da 6,8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. 6 Şubat 2023 saat 04.17’de Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde meydana gelen ve diğer 10 ilimizde büyük hasarlara ve can kayıplarına sebep olan deprem son 500 yılın en büyük depremi olarak adlandırılmıştır.

Bu deprem, ülke tarihinde ve dünyada karada en yıkıcı deprem olarak kayıtlara geçmiştir.7,7 ve 7,6 büyüklüğünde yaşanan iki deprem sonrası güncel ölüm sayısı 46.104’e ulaşmıştır.

Sonuç olarak; Türkiye’nin deprem açısından çok tehlikeli ve riskli bir bölgede bulunduğunu ve çok sık olarak hasar yapan depremlere maruz kaldığını ve kalacağını söyleyebiliriz.

Bu hususlar dikkate alındığında sağlam bir binanın yapımı için plan ve mimari projenin hazırlanması, statik hesapların yapılması, tesisat ve peyzaj projelerinin hazırlanması, bu plan ve projeye uygun olarak, kalite ve miktar bakımından ve uygun malzeme kullanılarak inşa edilmesi ve bu hususların yürürlükte olan mevzuata uygunluğunun denetlenmesi gereklidir.

Bu aşamalar içerisinde binanın yıkılmasına kusuruyla etkisi bulunanların bu kusurlu hareketlerinden dolayı sorumlulukları söz konusu olacaktır. Kusurun derecesini dış dünyaya yansıyan olaylardan anlarız.

Depremde yıkılan binalarda müteahhidin cezai sorumluluğunu belirleyebilmek için failin kasten ihmalinin olup olmadığı veya taksir niteliğinde bir kusurunun olup olmadığı belirlenmelidir.

Bu açıklamalardan sonra depreme dayanıklı olmayan binaların inşa edilmesi ve deprem sonucunda insanların hayatını kaybetmesi neticelerinin cezai sorumluluğu ele alınmalıdır.

Açıklanan bilgiler doğrultusunda deprem sonucu binaların yıkılmasında ve insan ölüm ve yaralanmalarında inşa yapımı ve bina denetiminde sorumlu kişilerin doğrudan kastlarının olmadığı sonucu açıktır. Çünkü hiçbir müteahhit gelecekte binaların yıkılması ve insanların ölmesi sonucunu istemez. Bu durumda depremde yıkılan binalarda oluşan sonucun taksir ve olası kast ile meydana geldiği durum değerlendirilmelidir.

Deprem Sonucunda Meydana Gelen Can Kayıpları ve Yıkılan Binalardan Dolayı Cezai Sorumluluk

Müteahhidin Sorumluluğu

Müteahhit mevzuata aykırı bir şekilde bina inşa ettiğinde muhtemel bir deprem durumunda binanın yıkılacağını ve can kayıplarının olacağını öngörür.

Ülkemizin önemli bir deprem kuşağı üzerinde olduğu ve büyük fay hatlarının bulunduğu da göz önüne alınırsa müteahhit ve yapı denetim sorumlularının olası bir depremde can kayıplarının olacağını öngörmemeleri mümkün değildir. Bu sebeple ölüm neticesinin basit taksir ile meydana gelmediği açıktır.

Müteahhidin mevzuata aykırı bir şekilde bina inşa etmiş olmasına rağmen binayı , ilanlarda depreme dayanıklı şeklinde ileri sürmesi veya eksik, kalitesiz malzemeyle binayı inşa ettiği(örneğin deniz kumu ile binayı inşa etmesi ), profesyonel olmayan çalışanlarla binayı inşa ettiği ve olursa olsun düşüncesiyle sırf maliyeti azaltmak amacıyla hareket etmesi durumunda olası kast ile insan öldürme suçu gündeme gelecektir.

Müteahhit mevzuata aykırılığın ölüm ve yaralanmaya sebep olacağını öngörüyor ancak bunun gerçekleşmeyeceği inancıyla hareket ediyorsa bilinçli taksir söz konusu olacaktır.

Arsa Sahibinin Sorumluluğu

Binanın inşasında kullanılacak malzeme arsa sahibi tarafından karşılanıyorsa yıkım sonucu meydana gelen cay kayıpları ve yaralanmalardan arsa sahibi ve müteahhit TCK madde 37 uyarınca müşterek fail kabul edilmelidir.

Yapı Denetim Firmalarının Sorumluluğu

Denetim sorumlusu mevzuata uygun denetim yapmadığı veya eksik denetim yaptığı takdirde müteahhit ile birlikte müşterek sorumluluğu söz konusu olacaktır. Eksik denetim veya denetimin hiç yapılmaması depremin gerçekleşme olasılığını şansa bıraktığı ve olursa olsun düşüncesiyle gerçekleştirildiği için olası kast ile insan öldürme suçu gerçekleşmektedir.

Belediyelerin Sorumluluğu

Çarpık kentleşmeye izin veren ve bunu önlemeyen ,doğru imar planını hazırlamayan belediye de yıkımı öngörüp gerçekleşmeyeceği düşüncesi ile hareket ettiğinden bilinçli taksir ile ölüm neticesinden sorumlu olacaktır.

Sonuç olarak deprem fay hattı üzerinde ve yakın çevrede bulunan şehirlerde ;binaların mevzuata uygun şekilde inşa edilmediği, çarpık kentleşmenin önlenmediği ,uzmanlarca yapılan uyarılara dikkat edilmediği göz önünde bulundurulursa müteahhitlerin, belediyelerin , yapı denetim sorumlularının cezai sorumluluğu söz konusu olacaktır.

Cumhuriyet savcısı, CMK madde 160 gereğince yıkılan binalardaki enkazlar kaldırılmadan önce delilleri toplamalıdır.

Hukuki Sorumluluk

Türk Borçlar Kanunu’nda sorumluluk türleri; haksız fiilden kaynaklanan sorumluluk, sözleşmeden doğan sorumluluk ,kusursuz sorumluluk ve sebepsiz zenginleşmeden doğan sorumluluk olarak ayrılmaktadır.

Hukuki sorumluluk TBK madde 74’te belirtildiği üzere ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi ceza hakimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.

Aynı şekilde , ceza hakiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da hukuk hakimini bağlamaz. Deprem sebebiyle meydana gelen hasarlarda haksız fiil sorumluluğu ve yapı malikinin sorumluluğu müteselsil olarak meydana gelmektedir.

Depremde Oluşan Zararlarda Müteahhidin Hukuki Sorumluluğu

Müteahhidin eser sözleşmesinden ve haksız fiilden doğan sorumluluğu bulunmaktadır.

Eser Sözleşmesinden Doğan Sorumuluğu

İş sahibinin ödemeyi borçlandığı bir bedel karşılığında yüklenicinin bir eser meydana getirip teslim etmeyi üstlendiği sözleşmeye eser sözleşmesi denir.

Eser sözleşmesinde yüklenici belirli bir iş görme edimini üstlenmektedir. İkinci olarak yüklenici bir eser meydana getirme borcunu üstlenmektedir. Eser sözleşmesinde yüklenici ve iş sahibinin karşılıklı borçları vardır.

Yüklenicinin bir eser meydana getirme borcu, araç-gereç sağlama borcu, malzeme sağlama borcu, eseri teslim borcu, mülkiyeti geçirme borcu, özen ve sadakat borcu mevcuttur.

Araç ve gereç sağlama borcu TBK madde 471/4’te düzenlenen düzenleyici bir hükümdür. Bu borç ilke olarak yükleniciye aittir ancak sözleşme ile aksi kararlaştırılabilir. Yüklenici hem kararlaştırılan işte kullanılmaya elverişli hem de yeterli araç gereç sağlamalıdır.

Malzeme sağlama borcu ise TBK madde 472’de yer alır. Maddeye göre malzeme borcunu sağlamak taraflardan birine yüklenmemiştir ancak ilke olarak iş sahibine ait olduğu kabuk edilir.

Düzenleyici bir hüküm olduğu için aksinin sözleşme ile kararlaştırılması mümkündür. Eğer yüklenici malzeme ağlama borcunu üstlenirse iyi cinsten , ayıpsız, uygun malzeme seçip kullanmak zorundadır. Eğer malzemeyi iş sahibi sağlıyorsa yüklenici bu malzemeyi koruyup özenle kullanmalı, ayıp varsa derhal iş sahibine bildirmelidir.

Örneğin müteahhit binanın yapılması için gösterilen arsanın ayıplı olduğunu anlar ya da binanın gereği gibi veya zamanında meydana getirilmesini tehlikeye sokacak bir durum fark edere bunu derhal iş sahibine bildirmek zorundadır.

Bina yapımında seçilen malzeme kaliteli olmalı ve binanın yapımına uygun olmak zorundadır. Depremde meydana gelen çökme, yıkım malzemenin yetersizliği sebebiyle meydana gelmişse yani yüklenici özen borcuna aykırı hareket etmişse müteahhit iş sahibine karşı maddi tazminat ödeme yükümlülüğü altına girecektir.

Yüklenicinin bir diğer sorumluluğu ayıptan doğan sorumluluktur. Eserin kullanılma elverişliliğini ortadan kaldıran ve ondan yararlanılmasını imkanı olmayan haller ayıplı hallerdir. Ayıp açık ve gizli ayıp olarak ikiye ayrılır.

Deprem sonucu binaların yıkılması olayında örneğin binanın projeye uygun inşa edilmediğinin anlaşılması yıkılma aynı zamanda ortaya çıktığı için bu durumda gizli ayıp söz konusudur.

Müteahhidin ayıptan dolayı sorumlu olabilmesi için eser ayıplı olmalı, bu ayıp iş sahibine yükletilmemeli ve iş sahibi bu ayıplı eseri kabul etmemiş olmalıdır.

İş sahibinin ayıptan doğan birtakım seçimlik halleri mevcuttur. Bu haklar sözleşmeden dönme hakkı, bedelden indirim hakkı, eserin onarılmasını isteme hakkı ve tazminat hakkıdır.

Depremde iş sahibinin müteahhitten diğer hakları istemesi söz konusu olmasa bile tazminat isteme hakkı vardır. Ayıptan doğan davalarda zamanaşımı beş ve yirmi yıllık sürelere tabidir.

Olağan süre olan beş yıllık zamanaşımı eserin tesliminden itibaren başlar. Olağanüstü süre yirmi yıldır. Müteahhit ayıbı kusurlu veya kasten gizlemişse ayıptan doğan sorumluluk yirmi yılda zamanaşımına uğrar.

Haksız Fiilden Doğan Sorumluluk

Haksız fiilden doğan borç ilişkileri Türk Borçlar Kanunu madde 49 ve devamında düzenlenmektedir. Haksız fiil, hukuk kurallarına aykırı bir şekilde diğer bir kişinin malvarlığı veya şahıs varlığında zarar meydana gelmesine neden olan eylemdir.

Haksız fiilin dört şartı vardır. Bunlar kusur, zarar, hukuka aykırı fiil ve illiyet bağıdır. deprem halinde yıkılan yapıları inşa eden yüklenici hukuka, mevzuata aykırı inşası sebebiyle kişilerin haklarını ihlale yönelik hukuka aykırı bir fiil işlemiş olur.

Haksız fiil sebebiyle sorumluluk için bu dört şartın bir arada olması gerekmektedir. Haksız fiil sonucu ödenecek tazminatın miktarı kusurun ağırlığı oranında olacaktır.

Yüklenicinin yapı ruhsatına aykırı, projeye aykırı, denetim koşullarında belirtilen gerekliliklere aykırı fiilleri dolayısıyla zarar görenlerin TBK madde 49 uyarınca bu zararlarını ispat ettikleri takdirde zararlarının tazminini talep edebileceklerdir.

Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında veya artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hakim tazminat miktarından indirim yapabileceği gibi tamamen ortadan da kaldırabilir.

Örneğin yapı tamamlandıktan sonra binanın maliki veya o binada kiracı sıfatıyla bulunanlar depremde binanın yıkılması sonucunu doğuracak bir eylemde bulunurlarsa, binanın kolonlarına zarar verirlerse hakim müteahhidin ödeyeceği tazminattan indirim yapabileceği gibi müteahhidin kusurunun bulunmaması durumunda tazminata hükmetmeyecektir.

Ayrıca zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü yani müteahhit tazminatı ödediği takdirde yoksulluğa düşecek olursa hakim hakkaniyetin gerektirdiği ölçüde tazminattan indirim yapabilir.

Türk Borçlar Kanununda özel durumlar başlığı altında zarar kalemleri düzenlenmiştir. Buna göre ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle cenaze giderleri, ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar ve ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplardır.

Bedensel zararlar ise özellikle tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplardır.

Haksız fiil sonucu maddi tazminat istenebileceği gibi bedensel bütünlüğünün haksız bir eylem nedeniyle zarara uğraması durumunda, zarar görenin uğramış olduğu maddi zararlarının tazminin yanı sıra, olayın özellikleri göz önünde tutularak, manevi zararlarının giderilmesi bakımından manevi tazminat ödenmesine de karar verilebilecektir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınları lehine de manevi tazminata hükmedilebilir.

Haksız fiil sorumluluğunda zamanaşımı için iki yıllık ve beş yıllık süreler öngörülmüştür. Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.

YCGK, E.2002/9-314, K.2003/15, T.4.3.2003 kararına göre depremde yıkılan yapı nedeniyle ölüm ya da yaralama meydana gelmiş ise ceza zamanaşımı süresinin, suçun meydana geldiği, yani yapının yıkıldığı tarihten itibaren başlayacağı kabul edildiğinden tazminat zamanaşımının başlangıç tarihinin de binanın yapıldığı tarih değil haksız fiilin gerçekleştiği tarih olarak değerlendirileceği kabul edilmiştir. Tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.

Yapı mevzuata uygun olarak inşa edilmiş olsa bile hasar veya yıkımın meydana gelmesi kaçınılmaz ise tazminatta hakkaniyete uygun bir indirim yapılması söz konusu olacaktır.

Müteahhit ağır kusur veya hile ile yapıdaki ayıbı gizlemişse zarar gören kişi süresiz olarak bu zararın tazminini isteyebilir.

Depremde Oluşan Zararlarda Yapı Malikinin Sorumluluğu

Yapı malikinin sorumluluğu bir kusursuz sorumluluk türüdür. Yapı maliki, yapının mülkiyet hakkına sahip olan kişi olup satış sözleşmesi yoluyla mülkiyeti bir başka kişiye devretmiş olabileceği gibi kira sözleşmesi yoluyla kiraya veren sıfatı kazanarak sorumluluğu söz konusu olabilecektir.

Depremde binaların yıkılması durumunda yapı malikinin satış sözleşmesinden, kira sözleşmesinden veya haksız fiilden kaynaklanan sorumluluğu söz konusu olabilir.

Yapı Malikinin Satış Sözleşmesinden Kaynaklanan Sorumluluğu

Yapı maliki binayı müteahhitten tamamlanmış olarak teslim aldıktan sonra mülkiyetini bir başkasına devredebilir. Bu durumda yapı malikinin satış sözleşmesi sonucu ayıptan dolayı sorumluluğu söz konusu olabilir.

Depremde yıkılan binadaki kolonların zayıf veya yetersiz olması, eksik malzeme kullanılması ayıplı mal teslim etmektir. Satış sözleşmesi ile teslim edilen bir binanın kolonlarının yetersiz olması sebebiyle depremde yıkılması gizli ayıba bir örnek teşkil etmektedir.

Gizli ayıp sonradan ortaya çıkarsa alıcı ayıbı hemen bildirmelidir aksi halde ayıbı kabul etmiş sayılır. Ancak ağır kusurlu satıcı bildirim yükümlülüğüne uyulmadığını ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz.

Yapı Malikinin Kira Sözleşmesinden Kaynaklanan Sorumluluğu

Kira sözleşmesinde kiraya verenin sözleşme süresince kiralananı kullanmaya elverişli halde bulundurma ve elverişli halde teslim etme borcu vardır. Binanın depremde yıkılması sonucu kiracının uğramış olduğu maddi ve manevi zararları kiraya verenin yani yapı malikinin tazmin etme borcu vardır.

Yapı Malikinin Haksız Fiil Sorumluluğu

Yapı maliki kusurlu bir davranışı ve hukuka aykırı bir fiille sebep olduğu zararları tazmin etme yükümlülüğü altındadır. Örneğin deprem anında bir binanın bir aracın üzerine yıkılması sonucu zarar gören araç sahibi yapı malikinin kusurlu haksız fiili sebebiyle tazminata başvurabilecektir.

Yapı malikinin bir de kusursuz haksız fiil sebebiyle ortaya çıkan sorumluluğu vardır. Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür.

İntifa ve oturma hakkı sahipleri de, binanın bakımındaki eksikliklerden doğan zararlardan, malikle birlikte müteselsilen sorumludurlar. Örneğin bir binanın yoldan geçen bir kişinin üzerine yıkılması üzerine kişi Türk Borçlar Kanunu madde 69’a dayanarak tazminat talep edebilir.

Depremde Oluşan Zararlarda Yapı Denetim Kuruluşlarının Sorumluluğu

Yapı denetim kuruluşları, yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılmış olması halinde denetim sürecinde bunları tespit etmekle yükümlüdür.

Yapı denetim kuruluşları 4708 sayılı kanun uyarınca idareye ve yapı sahibine karşı sorumlu tutulmaktadırlar. Bu kanuna göre yapı denetim kuruluşları öncelikle risk bazlı denetim yapar.

Yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar. Bu sorumluluğun süresi; yapı kullanma izninin alındığı tarihten itibaren, yapının taşıyıcı sisteminden dolayı on beş yıl, taşıyıcı olmayan diğer kısımlarda ise iki yıldır.

Yapıda, yapı kullanma izni alındıktan sonra, ilgili idareden izin alınmadan yapılacak denetim kuruluşu; yazılı ihtarına rağmen yapı sahibi tarafından önlemi alınmayan, parsel dışında meydana gelen ve yapıda hasar oluşturan yer kayması, çığ düşmesi, kaya düşmesi ve sel baskınından doğan hasarlardan sorumlu değildir.

Yapı denetim kuruluşlarının yöneticileri, ortakları, denetçi mimar ve mühendisleri ile proje müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi; bu Kanunun uygulanmasından dolayı ortaya çıkan yapı hasarından sorumludur.

İdarenin Sorumluluğu

İdarenin sorumluluğu kusurlu ve kusursuz sorumluluk olmak üzere ikiye ayrılır. Kusur sorumluluğu hizmet kusuru olarak da ifade edilmektedir.

Kusursuz sorumlulukta ise zararın meydana gelmesinde idarenin kusuru olmamasına rağmen illiyet bağı bulunması sebebiyle sorumlu olduğu sorumluluk türüdür.

Mücbir sebep idarenin sorumluluğunu ortadan kaldıran bir haldir. Ancak ülkemiz önemli bir deprem kuşağında bulunduğu için deprem önlenemese bile gerekli önlemler alınabilir ve bu sayede depremin olumsuz etkisi azaltılabilir. İdare bunu gerçekleştirmediği takdirde hizmet kusurundan dolayı sorumluluk söz konusu olacaktır.

Danıştay 11. D., 20.06.2007 tarih, 2005/1353 E., 2007/6248 K. sayılı kararında:

“Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir. Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin ‘olumsuz eylem’ olarak kabulü gerekmektedir. Mücbir sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal, toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilemezlik, karşı konulamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici öğelerini oluşturmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin ‘olumsuz eyleminin’ bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depreminin mücbir sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir.”

şeklinde ifade edilmiştir.

Danıştay’ın ilgili kararında idarenin gerekli önlemleri almadan, yapıların mevzuata uygun yapılıp yapılmadığını denetlemeden mücbir sebebe dayanarak sorumluluktan kurtulmasının mümkün olmayacağı açıklanmıştır. Deprem sonucu zarara uğrayan kişi bunu ispatladığı takdirde idare bunu tazmin etmekle yükümlüdür.

Deprem Sonrası Ev Fiyatlarını Fahiş Artıran Maliklerin Karşılaşabileceği Yaptırımlar

Deprem sonrası deprem bölgesinden göç alan illerde ev kiralarında veya ev fiyatlarında 47 bin 730 konut hakkında fahiş fiyat artışı gözlemlendi. Bu durumu fark eden vatandaşların Cimer gibi, tüketici danışma hattı (ALO 175) gibi uygulamaları kullanarak şikayette bulunmaları gerekmektedir. Ev sahiplerinin karşılaşacağı cezai ve hukuki yaptırımlar söz konusu olacaktır.

Cezai Yaptırım

Deprem sonrası ev fiyatlarını fahiş artıran maliklerle ilgili olarak Türk Ceza Kanunu’nun Ekonomi, Sanayi ve Ticarete İlişkin Suçlar başlığı altında bulunan ve madde 237’de yer alan fiyatları etkileme suçu söz konusu olacaktır.
‘’ Fiyatları etkileme suçu

Madde 237-

  1. İşçi ücretlerinin veya besin veya malların değerlerinin artıp eksilmesi sonucunu doğurabilecek bir şekilde ve bu maksatla yalan haber veya havadis yayan veya sair hileli yollara başvuran kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis ve adlî para cezası verilir.
  2. Fiil sonucu besin veya malların değerleri veya işçi ücretleri artıp eksildiği takdirde ceza yarısı oranında artırılır.
  3. Fail, ruhsatlı simsar veya borsa tellalı ise ceza ayrıca yarısı oranında artırılır.’’

Maddenin korumak istediği hukuki yarar, fiyatların belirlenmesini ihlal edici hareketleri engellemektir.

Birinci fıkrada yer alan suçun maddî unsuru yalan haber veya havadis yayınlamak ve başka hileli yollara başvurmaktır. Bir tehlike suçu olduğundan neticenin meydana gelmesi gerekli değildir.

İkinci fıkrada neticenin meydana gelmesi durumunda cezanın artırılacağı belirtilmiştir.

Üçüncü fıkrada ise failin kişiliği yani borsa tellalı veya ruhsatlı simsar olması durumunda cezanın artırılacağı öngörülmüş, bir nitelikli hal belirtilmiştir.

Fiyatları etkileme suçu şikayete tabi bir suç olmayıp re’sen soruşturulur. Dava zamanaşımı süresi sekiz yıldır.

Hukuki Yaptırım

Ev maliklerinin ev fiyatlarını fahiş bir şekilde artırmaları sonucu Türk Borçlar Kanunu madde 28’de yer alan aşırı yararlanma kurumu ele alınmalıdır.

‘’Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirdiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek edimin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.”

Gabinin varlığı için 3 şart gerekmektedir:

  1. Yapılan sözleşme ile borçlanılan karşılıklı edimlerinin birbirinden açık bir şekilde farklı olması gerekir. Bu farkın tespiti hakimin takdir yetkisindedir.
  2. Zarar gören taraf diğer tarafa oranla zayıf durumda bulunmalıdır. Yani kişinin bilgisizliği, tecrübesizliği veya zor durumundan aşırı yararlanma söz konusu olmalıdır.
  3. Zarar verenin diğer tarafı sömürme kastı olmalıdır. Zarar veren zarar görenin özel durumunu bilmeli ve bu durumdan bilerek yararlanmalıdır.

Gabin durumunda zarar görene durumun özelliğine göre sözleşmeye bağlı olmadığını diğer taraf bildirerek edimin geri verilmesini istemesi yanında sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteme hakkı da tanınmıştır.

Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği, zor durumda kalmada ise bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her halde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir.

Bu içerik, Av. Çağrı AYBOĞA ve Stj. Av. Berfin YALNIZ tarafından oluşturulmuştur.

Çağrı Ayboğa

Avukat Çağrı Ayboğa, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olup yüksek lisans öğrenimine devam etmektedir. Ayboğa + Partners Avukatlık Bürosu’nun kurucu avukatlarındandır. Ankara Barosu’na kayıtlı olarak dinamik ve tecrübeli ekibiyle avukatlık mesleğini icra etmektedir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Ara