DilekçelerMakalelerimiz

Kesinleşmeden İcra Edilemeyen Kararlar

Kesinleşmeden İcraya Konulamayan İlamlar (İİK) Güncel 09.07.2024

Kesinleşmeden İcra Edilemeyen Kararlar Türk hukukunda, para alacağına veya taşınır teslimine ilişkin her türlü karar, kararın verildiği andan itibaren (derhal) icra etkisine sahiptir. Ancak kararların kesinleşmeden icra edilebileceği kuralının bâzı istisnaları bulunmaktadır. HMK ve İİK yanında özel kanun hükümleriyle de bâzı kararlarda cebrî icraya başvurmak, hükmün kesinleşmesi şartına bağlanabilmektedir.

DMCA.com Protection Status

Kesinleşmeden İcra Edilemeyen Kararlar
Kesinleşmeden İcra Edilemeyen Kararlar

Kesinleşmeden İcra Edilemeyen Kararlar Nedir?

Kural olarak bir kararın icrası için kesinleşme aranmaz. Ancak bir takım istisnai hallderde kararın icrası için kesinleşme şarttır. Kesinleşmedikçe icra edilemeyen (icraya konulabilmesi için kesinleşmesi gereken) kararlar şu şekilde özetlenebilir:

1. Taşınmaz mala ve taşınmaz mal üzerindeki (tam veya sınırlı) aynî haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe icra edilemez. Örneğin istihkak davası (TMK m.683), tescil davası (TMK m.713), yolsuz tescilin silinmesi veya düzeltilmesi davası (TMK m.1025), irtifak haklarına ilişkin davalar, ipoteğin kaldırılması davası, aynî hak uyuşmazlığına ilişkin olmamakla birlikte aynî hak değişikliğini amaçlayan (örneğin taşınmaz satım vaadine dayalı) tescile zorlama davaları (TMK m.716), müdahalenin önlenmesi davası (men’i müdahale kararı) veya önalım davası (TMK m.734) sonunda verilen kararlar kesinleşmeden icra edilemez (HMK m.350, 2; 367, 2; HUMK m.443, 5).

  • Yargıtaya göre tapu iptali ve tescil davası veya el atmanın önlenmesi ve ecrimisil davası sonucunda verilen kararlar, taşınmazın aynı ile ilgili olduklarından kesinleşmeden icra edilemezler.
  • Kamulaştırılan taşınmazdaki mülkiyet uyuşmazlığını çözümleyerek bedelinin takip yapana ödenmesini saptayan kamulaştırma kararı, taşınmazın mülkiyet durumunun saptanmasına da ilişkin olduğundan, HMK m.367, 2 (HUMK m.443) hükmüne göre kesinleşmeden yerine getirilemez. Benzer şekilde intifa hakkı aynî hak olduğundan, intifa hakkına ilişkin bir karar kesinleşmeden icra edilemez.. Buna karşılık Yargıtaya göre, kiralanmış taşınmazın boşaltılması konusundaki dava, taşınmazın aynına ve aynî haklara ilişkin olmadığından, HMK m.367 (HUMK m.443) tahliye kararlarında uygulanmaz. Bu nedenle de, kiralanan taşınmazın tahliyesi ile ilgili kararın temyiz edilmiş olması kararın icrasına engel olmaz.
  • Yargıtay, elatmanın önlenmesi davasında davalı mülkiyet iddiasında bulunmamışsa, asıl olanın mülkiyet hakkına üstünlük tanımak ve malikin malına biran evvel kavuşmasını temin etmek olduğunu belirterek, yargılama giderlerine dair kararın icraya konulması için kesinleşmesinin gerekli olmadığına karar vermiştir.
  • Yargıtay, tapu iptal ve tescil davasının reddiyle bedelin iadesine ilişkin kararın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı gerekçesiyle kesinleşmeden icra edilebileceğine şu şekilde karar vermiştir:
  • “Borçlu vekili müvekkili aleyhine başlatılan takibe karşı İcra Mahkemesi’ne yaptığı başvurusunda; takip dayanağı ilamda gayrimenkulün aynına ilişkin ihtilaf bulunduğundan ilam kesinleşmeden takibe konu edilemeyeceğinden bahisle takibin iptali isteminde bulunmuş, Mahkemece, tapu iptal ve tescil talebinin reddine bedelin iadesine karar verildiği gayrimenkulün aynına ilişkin ihtilaf içermediği, kesinleşmeden icra edilebileceği gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmiştir.
  • Hükmün borçlu vekilince temyizi üzerine Dairemizce; ilamda tapu iptali ve tescil olmaz ise bedelin tahsili talebi bulunduğu, bu nedenle gayrimenkul mülkiyeti hususunda ihtilaf mevcut olduğundan kesinleşmeden takibe konulamayacağından takibin iptaline karar verilmesi gerektiğinden bahisle hüküm bozulmuştur.
  • 6100 sayılı HMK’ya eklenen ‘Geçici madde 3’ atfı ile uygulanması gereken HUMK’un 443/4. maddesi (6100 sayılı HMK’nın 367/2. maddesi) gereğince gayrimenkule ve buna ilişkin ayni haklara dair hükümler kesinleşmedikçe icra edilemez, buna yönelik şikayetler de kamu düzenine ilişkin olup süresiz şikayete konu edilebilir.
  • Somut olayda; takip dayanağı ilamda, dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ve davacı adına tescili, mümkün olmaması halinde ise ödenen bedelin iadesinin talep edildiği, Mahkemece bedele hükmedildiği, alacaklı vekilinin cevap dilekçesine ekli, ilamın temyizine dair dilekçesinde; tapu iptali ve tescil talebinin reddi hükmü yönünde her hangi bir temyizin bulunmadığı, hükmedilen bedel düşük olduğundan bahisle, bu kısma yönelik temyizin olduğu, ilam Mahkemesinden alınan derkenarda da ilamın yalnızca alacaklı vekili tarafından temyiz edildiği anlaşılmaktadır.
  • O halde Mahkemece, takip dayanağı ilamda tapu iptal ve tescil talebinin reddedildiği, davacının hükmü bu yönüyle kabullenerek temyiz etmediği ve bu nedenle mülkiyet hususunun kesinleştiği, yalnızca bedele ilişkin hükmün temyiz edilmesi nedeniyle kesinleşmediği, ancak yukarıda yazılı yasal düzenleme gereğince ilamın bu bölümünün icrasına engel bir durum kalmadığı nazara alınarak, şikayetin açıklanan bu nedenle reddi yerine, yazılı gerekçeyle reddine karar verilmesi doğru değildir.
  • Açıklanan nedenle Dairemizce, mahkeme kararının sonuç itibarıyla doğru olması nedeniyle gerekçesi düzeltilerek onanması gerekirken, takibin iptaline karar verilmesi için bozulduğu anlaşılmakla, alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir”.
  • Karardan, davacının dava dilekçesinde terditli talepte bulunduğu, öncelikle tapu iptali ve tescil, bu talep reddedildiği takdirde bedelin tahsilini talep ettiği anlaşılmaktadır.
  • Davacı, talepler arasında hukukî veya ekonomik bağlantı olması şartıyla, aynı davalıya karşı birden fazla talebini, aralarında aslilik-ferîlik ilişkisi kurmak sûretiyle, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir ve terditli dava ikame edebilir (HMK m.111, 1).
  • Terditli davada davaya baskın karakterini veren aslî taleptir; çünkü mahkeme, davacının aslî talebinin esastan reddine karar vermedikçe, fer’î talebini inceleyemez ve hükme bağlayamaz (HMK m.111, 2). Davacı, birinci sırada ileri sürdüğü talebin reddedilmesi veya kabul edilmemesi hâlinde ancak ikinci talebi hakkında karar verilmesini istemektedir. Mahkeme de yığılmış talepler arasında serbestçe seçim yapamayarak, aslî talepten önce fer’î talebi karara bağlayamamakta, ilk önce aslî talep hakkında, bundan sonra davacının istediği sıraya göre terditli talepler hakkında karar vermektedir. Dolayısıyla terditli talep yığılmasında, asıl talebe usûlî açıdan diğer davalar gibi davranmak ve davanın konusunu aslî talep dikkate alarak belirlemek gerekmektedir.
  • Bu bilgiler ışığında Yargıtay kararına konu olayda davacının aslî talebi tapu iptali ve tescil olduğundan, taşınmazın mülkiyet hakkı dava konusudur ve dava sonunda verilen karar taşınmaz mal ve taşınmaz mal üzerindeki aynî haklara ilişkin olduğundan, kesinleşmedikçe icra edilemez (HMK m.350, 2; 367, 2; HUMK m.443, 5).
  • Davacının davasındaki terditli taleplerden tapu iptal ve tescil talebi reddedilmiş, bedelin iadesine ilişkin talebi ise kabul edilmiştir. Davalı hükmü temyiz etmemiş, davacı ise, hükümdeki tapu iptali ve tescil talebinin reddine yönelik kısmı temyiz etmemiş ve taşınmazın mülkiyet hakkındaki çekişmeye ilişkin kısım böylece taraflarca temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Bunun sonucunda davanın konusu, taşınmazın mülkiyet hakkı olmaktan çıkmış ve terditli talepteki bedele dönüşmüştür. Taşınmazın satım bedelinin istirdatı talepli alacak davası da taşınmazın aynına ilişkin bir dava olmadığından, kesinleşmeden icra edilebilecek niteliktedir.
  • Nitekim Yargıtay aşağıdaki kararında, dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ve davacı adına tescilinin aslî talep; bu mümkün olmadığı takdirde satım bedelinin ferî talep olarak ileri sürüldüğü terditli davada, aslî talebin reddedilerek ferî talebin kabul edilmiş olmasının, terditli davanın niteliğini değiştirmeyeceğini isabetli olarak kabul etmiştir. Buna göre terditli davaya baskın karakterini veren aslî talep, davalı adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili olduğundan, dava taşınmazın aynına ilişkindir. Davacının fer’î talebi bu gerçeği değiştirmeyeceğinden, hüküm kesinleştikten sonra icraya konulabilir.
  • “Borçlu aleyhine, İstanbul 6. Tüketici Mahkemesi’nin 2012/638 Esas ve 2013/627 Karar sayılı ilamına dayalı olarak ilamlı takip başlatılmıştır. Şikayetçi borçlu vekili, dayanak ilam gayrimenkulün aynına ilişkin olduğundan kesinleşmeden takibe konulamayacağı, kesinleşmeden itibaren faizin başlayacağı, aynı ilama dayanılarak iki ayrı takip başlatıldığından bahisle takibin iptalini talep etmiştir. Mahkemece; şikayetin 7 günlük sürede yapılmadığından bahisle süre yönünden şikayetin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
  • 6100 sayılı HMK’ya eklenen ‘Geçici madde 3’ atfı ile uygulanması gereken HUMK’un 443/4. maddesi (6100 sayılı HMK’nın 367/2. maddesi) gereğince gayrimenkule ve buna ilişkin ayni haklara dair hükümler kesinleşmedikçe icra edilemez, buna yönelik şikayetler de kamu düzenine ilişkin olup süresiz şikayete konu edilebilir.
  • Somut olayda; takip dayanağı ilamda dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ve davacı adına tescilinin, bunun mümkün olmaması halinde bedelinin talep edildiği, davalıların davanın reddini savunduğu, Mahkemece tapu iptal ve tescilin koşulları oluşmadığından reddi ile davacının taşınmazla ilgili yaptığı masrafların bedeline hükmedildiği, taşınmazın aynı tartışılarak sonuca ulaşıldığı anlaşılmaktadır.
  • Bu durumda Mahkemece, işin esası incelenerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken şikayetin süreden reddi isabetsizdir”.
  • İcra ve İflâs Kanununda sayılan koşullarla (İİK m.277-284) açılan tasarrufun iptali kararının icrası için kesinleşme şartı aranmayacağını Yargıtay şu şekilde belirtmiştir:
  • “1086 sayılı HUMK’un 443/4 (HMK m.367/2.) maddesi gereğince gayrimenkule ve buna ilişkin aynı haklara ilişkin hükümler kesinleşmedikçe icra edilemezler. Buna karşılık gayrimenkulün aynına ilişkin olmayan (gayrimenkul üzerindeki kişisel “şahsi” haklara yönelik) ilamların icraya konulabilmesi için bunların kesinleşmesine gerek yoktur.
  • Somut olayda, takip dayanağı ilam İİK’nın 277 ve müteakip maddelerine dayalı tasarrufun iptaline ilişkin bir ilamdır. Aynı Yasa’nın 283. maddesine göre taşınmazın tasarrufun iptaline konu edilmesi, üçüncü şahıs üzerindeki kaydın tashihine mahal olmadan borçlunun tasarrufa konu ettiği taşınmazdan alacaklıya haciz ve satışını isteyebilme hakkı verdiğinden taşınmazın aynı ile ilgili değil şahsi hak doğurucu niteliktedir. 1086 sayılı HUMK’un 443/4. (HMK m.367/2.) maddesi kapsamında kalmadığından dayanak ilamın icrası için kesinleşme şartı aranmaz.
  • Bu durumda Mahkemece şikayetin reddi yerine, yazılı gerekçeyle kabulü ile takibin iptali yönünden hüküm kurulması isabetsizdir”.
  • Benzer şekilde taşınmaz satım bedelinin ödenmesi, kira bedelinin ödenmesi, kira sözleşmesine aykırılık sebebiyle tahliye talebiyle açılan davalar, ecrimisil davaları veya kamulaştırmasız el atma iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkin davalarda hükmedilen tazminatlar taşınmazın aynına ilişkin olmayıp şahsî dava olduklarından, bu davalar sonunda verilen kararlar kesinleşmeden icraya konulabilir.

2. Bayrağına ve sicile kayıtlı olup olmadığına bakılmaksızın, bütün gemilere ve bunlarla ilgili aynî haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe icra edilemez (İİK m.31/a). Gemilerin yüksek ekonomik değerleri ve gemiyle ilgili çatışan menfaatler dikkate alınarak, Kanunda gemiler üzerindeki aynî hak çekişmelerine ilişkin kararların ancak kesinleştikten sonra icraya konulabileceği hükme bağlanmıştır. Bunun da ötesinde Kanunda, kesinleşmeden icra edilemeyecek kararlar, sadece gemilerle ilgili aynî haklar hakkındaki hükümlerle sınırlı tutulmamış, gemilerle ilgili tüm kararların icra edilebilmesi için kesinleşmesi şartı aranmıştır. Taşınmazlara ilişkin bâzı cebrî icra hükümlerinin gemilere de uygulanmasını öngören Kanunlardaki açık istisnalar (İİK m.136; 144/a; 153/a; TTK m.1381; 1383) dışında, bayrağına ve bir sicile kayıtlı olup olmadığına bakılmaksızın bütün gemiler, İİK hükmünce taşınır sayılmaktadır (İİK m.23, 2). Gemiler hakkında İİK’nın taşınırlara ilişkin hükümlerinin uygulanmasına rağmen, gemi siciline kayıtlı olsun olmasın bütün gemilere ilişkin her türlü kararlar (şahsî haklara, alacak haklarına), kesinleştikten sonra icra edilebilecektir. Örneğin, kira sözleşmesine dayanarak kiracı tarafından geminin teslimi için kiralayana karşı dava açılmışsa, bu dava sonunda verilen ve gemiyle ilgili şahsî hakka ilişkin olan kararın icra edilmesi için de kesinleşmesi beklenecektir.

3. Aile ve kişiler hukukuna ilişkin kararlar kesinleşmedikçe icra edilemez (TMK m.8-494; HMK m.350, 2; 367, 2; HUMK m.443, 4). Örneğin boşanma, babalık davası, çocuk teslimi (İİK m.25) veya çocukla şahsî ilişki kurulmasına (İİK m.25/a) ilişkin kararların icraya konulabilmesi için kesinleşmeleri şarttır. Boşanma, evliliğin feshi ve butlanı davaları sonunda verilen bozcu inşaî nitelikteki boşanma, evliliğin feshi ve iptali hükümleri kesinleşmeden icra edilemez.

  • Boşanma hükmü kesinleşme tarihinden itibaren, kanun gereği (ipso iure) geleceğe etkili (ex nunc) olarak doğrudan sonuç doğurur ve ayrıca kararlı icraya ihtiyaç duymaz. Boşanmadan kaynaklanan (boşanma kararıyla hükmedilen) ve fer’î inşaî hüküm niteliğinde olan maddî ve manevî tazminat taleplerinin tahsili için kararlı icraya konulmaları gerekse de, bunlar da aslın rejimine tâbi olup, kesinleşmeden icra edilemezler. Zîrâ aile hukukuna ilişkin fer’î inşaî hükümlerdeki alacaklar da, asıl hükmün kesinleşmesiyle muaccel olmakta ve bu alacaklara kesinleşme tarihinden itibaren faiz işletilebilmektedir. Ancak, boşanma kararı kesinleştiği takdirde, boşanma davasından sonra açılan tazminat davasında hükmedilen maddî ve manevî tazminat alacaklarının kararlı icra takibine konulabilmesi için kesinleşmeleri gerekli değildir.
  • Aynı şekilde boşanma kararının eklentisi niteliğinde olan çocukla şahsî münasebet tesisine ilişkin kararın (İİK m.25/a) icrası için de, boşanma kararının kesinleşmesi gerekir.
  • Yargıtaya göre bu esas, boşama hükmünün fer’isi olarak hükmedilen yoksulluk ve iştirak nafakaları için de aynen geçerli olup, boşanma kararının eklentisi olan yoksulluk ve iştirak nafakaları, boşanma kararı kesinleşmeden icraya konulamaz. Ancak doktrindeki aksi görüşe göre, iştirak, yoksulluk ve yardım nafakasına ilişkin hükümler, kanunda nafaka hükümleri açıkça müstesna tutulduğu için (HUMK m.443, 3; HMK m.350, 1; 367, 1), boşanma kararının kesinleşmesi beklenmeden icra edilebilir. Yapılan bu tespit, boşanma davasında tedbir nafakasına (TMK m.169) hükmedilmemişse, iştirak ve yoksulluk nafakası bakımından bilhassa önem taşır. Çünkü önceden tedbir nafakasına hükmedilmişse, maddî hukuka özgü geçici koruma tedbiri olan tedbir nafakası, mahkemece kesilmesine karar verilmediği sürece, dava sonunda verilen boşanma hükmünün şeklî anlamda kesinleşmesine kadar devam edeceğinden, boşama kararında yer alan iştirak ve yoksulluk nafakası için kararlı icraya başvurmaya gerek kalmaz.
  • Yargıtaya göre yoksulluk nafakası, boşanmadan sonraki dönem için hüküm altına alınan nafaka türü olduğundan, boşanma kararı kesinleşmeden icraya konulamayacağı gibi, yoksulluk nafakasının kaldırılmasına dair mahkeme kararı da, aynı şekilde kesinleşmeden icra edilemez. Bu kuralla aynı doğrultuda, boşanma kararında nafakanın kesilmesine karar verilmişse, boşanma kararı kesinleşmedikçe nafakanın kesilme hükmü icra olunamaz ve boşanma kararı kesinleşinceye kadar nafakanın ödenmesine devam edilir.
  • Buna karşılık, tedbir nafakası, boşanma kararının kesinleşmesinden sonra açılan yoksulluk ve iştirak nafakaları ile yardım nafakalarında bu kural geçerli olmayıp, bu nafaka hükümlerinin kararlı icraya konulması için kesinleşmesi şart değildir; hatta niteliği gereği bu tür nafaka kararlarının temyizi icrasını durdurmayacağı gibi, Yargıtayca nafaka kararlarında icranın geri bırakılmasına dahi karar verilemez (HMK m.350, 1; 367, 1; HUMK m.443, 3; İİK m.36, 4). Yargıtay’ın konuyla ilgili bir kararında bu hususa şu şekilde dikkat çekilmiştir:
  • “Alacaklı tarafından borçlu aleyhine başlatılan ilamlı takipte; borçlu İcra Mahkemesi’ne başvurusunda; tedbir nitelikli nafaka alacağının ancak ilamsız takibe konu edilebileceğini açıklayarak takibin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece tedbir nafakasının ilam kesinleşmeden takibe konu yapılamayacağı gerekçesiyle takibin iptaline karar verilmesi üzerine; hüküm alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
  • Eskişehir 3. Aile Mahkemesi’nin 12/12/2013 tarih ve 2012/860 Esas 2013/884 Karar sayılı ilamında ‘…tarafların boşanmalarına, dava tarihinden geçerli olmak üzere aylık 800,00 TL tedbir nafakasına…’ hükmedildiği, takibin ise anılan bu nafaka alacağının tahsili için başlatıldığı anlaşılmaktadır. Talep edildiği aşamada tedbir nafakası alacağı ilama bağlanmış olduğundan ilamlı takip yapılabilir.
  • HMK Geçici 3. maddesi yollamasıyla, uygulanması gereken HUMK 443/4 (HMK 367/2) maddesi gereğince aile ve şahıs hukukuna ilişkin hükümler (ilamlar) kesinleşmedikçe icra edilemezler. Fakat tedbir nafakasına ilişkin hükümlerin icrasını isteyebilmek için bunların kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır.
  • Bu nedenlerle Mahkemece şikayetin reddi gerekirken aksi düşünce ve yazılı gerekçeyle takibin iptaline karar verilmesi doğru değildir”.
  • Boşanma davasının eki niteliğinde olmayıp, boşanma davasından bağımsız biçimde edaya ilişkin kararlardan olduğu, şahsın hukuku veya aile hukukuna ilişkin durumlarda bir değişiklik yaratmadığı ve sonuçları itibariyle sadece tarafların malvarlığını etkilediği için, ziynet eşyasının bedelinin tahsiline ilişkin kararlar (ziynet eşyasının aynen iadesi, aynen iade mümkün olmadığı takdirde kararda hükmedilen bedelinin yasal faizi ile tahsili kararı), boşanma kararı kesinleşmese dahi kararlı icra takibine konulabilir. Benzer şekilde mal rejiminin tasfiyesi, katkı payı ve katılma alacağı taleplerini içeren davalar (mal rejiminin tasfiyesi davası) sonunda katkı payı alacağına (TMK m.227) ilişkin olarak verilen eda kararları, boşama hükmünün fer’isi niteliğinde olmadıklarından kesinleşmeden icra edilebilirler.
  • Yargıtay, kişiler hukuku kavramını geniş yorumlamakta ve tüzel kişilerin organları ile ilgili kararların da kesinleşmeden icra edilemeyeceğini kabul etmektedir. Bu bağlamda Yargıtay, marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin önlenmesine, şirketin fesih ve tasfiyesine, tüzel kişiliği olmayan âdî ortaklığın feshi ile tasfiyesine, haksız müdahalenin önlenmesine ilişkin kararların şahsın hukukuna ait olması nedeniyle, kesinleşmeden takip konusu yapılamayacağını içtihat etmiştir. Buna karşılık, takip dayanağı karar şahsın hukukuna ait olmayıp malvarlığına (meselâ tazminat alacağına) ilişkinse, kararın icra edilebilmesi için kesinleşmesine gerek olmadığında tereddüt edilmemelidir.

4.1086 sayılı HUMK’un isabetli olarak benimsediği sisteme göre, hakem kararları kesinleşmeden icra edilememekteydi. Hakem kararı ancak, temyiz incelemesi sonucunda onanmışsa bundan sonra; temyiz süresi geçirilerek kesinleşirse, mahkemece hakem kararının usûle, şekle ve kamu düzenine uygun olduğunun onaylanmasıyla icra kabiliyeti kazanmaktaydı (HUMK m.536).

  • Aynı esas, 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanununda da benimsenmiş olup, iptal davasının açılması, kendiliğinden hakem kararının icrasını durdurur. Bunun sebebi, hakem kararının iptal edilmesi hâlinde, icra edilmiş olmasının doğuracağı telafisi güç veya imkânsız sonuçların ortaya çıkmasını önlemektir. İptal davası için öngörülen sürenin geçmesi, tarafların iptal davası açmaktan feragat etmesi veya iptal davasının reddi ve bu red kararının kesinleşmesinden sonra asliye hukuk mahkemesi, hakem kararının icra edilebilir olduğuna ilişkin bir belgeyi istemde bulunan tarafa verir (MTK m.15, B). Buna karşılık, 3533 sayılı Kanun gereğince hakemler tarafından verilen kararlar kararların icrası hakkındaki genel hükümlere göre icra edileceğinden (3533 s.K. m.7), konusu para alacağı olan hakem kararları kesinleşmeden icra edilebilir.
  • 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun sigortacılıkta tahkimi düzenleyen 30. maddesine göre, sigorta hakeminin kararlarına karşı kararın Sigorta Tahkim Komisyonunca ilgiliye bildiriminden itibaren on gün içinde, bir defaya mahsus olmak üzere Sigorta Tahkim Komisyonu nezdinde itiraz edilebilir ve itiraz üzerine hakem kararının icrası durur (Sigortacılık Kanunu m.30, 12). Böylece sigorta hakeminin kararları kesinleşmeden icra edilemez.
  • HMK’da ise farklı bir esas benimsenmiş olup, hakem kararına karşı doğrudan temyiz yoluna gidilememekte, ancak tahkim yerindeki bölge adliye mahkemesinde (HMK m.410) iptal davası açılabilmektedir (HMK m.439, 1). HMK’ya göre hakem kararına karşı iptal davası açılması kararın icrasını durdurmaz. Ancak taraflardan birinin talebi üzerine, hükmolunan para veya eşyanın değerini karşılayacak bir teminat gösterilmek şartı ile kararın icrası durdurulabilir (HMK m.439, 4). Bunun gibi, hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz yoluna başvurulması da kararın icrasını durdurmamaktadır (HMK m.361, 1; 439, 6).
  • HMK m.439, 4’ün gerekçesinde, HMK’da tahkim kurumunu teşvik amacı ile getirilen önemli yeniliklerden birisinin de, hakem kararlarının verildiği anda icra edilebilir hâle getirilmesi olduğu savunulmuştur. Kanımca HMK’da yapılan bu değişiklik ve hükmün gerekçesi isabetli değildir. Hükmün gerekçesine göre bu yolla tahkimin, süratli bir şekilde gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Yetkili mahkeme, itiraz eden tarafın iptale ilişkin iddiasını ciddî görürse, talep üzerine, hükmolunan para veya eşyanın değerini karşılayacak bir teminat gösterilmek şartı ile kararın icrasını durdurabilir.
  • HMK’daki düzenlemeye benzer şekilde tüketici hakem heyetinin kararları da derhal icra edilebilir nitelikte olup, kararın kararlı icraya konulabilmesi için (TKHK m.70, 2) ayrıca kesinleşmesi beklenmez. Tarafların, tüketici hakem heyetinin kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde tüketici hakem heyetinin bulunduğu yerdeki tüketici mahkemesine itiraz etmiş olması, tüketici hakem heyeti kararının icrasını durdurmaz. Ancak talep edilmesi şartıyla hâkim, tüketici hakem heyeti kararının icrasını tedbir yoluyla durdurabilir (TKHK m.70, 3).

5. Yabancı mahkeme kararlarının tenfizi hakkındaki kararların temyizi, icrasını durdurur (MÖHUK m.57, 2).

6.Tenfizine karar verilen yabancı hakem kararlarında tenfiz kararı temyiz edilirse, hakem kararı temyiz incelemesi sonuçlanıncaya kadar icra edilemez. Yabancı hakem kararı icraya konulmuşsa, temyiz incelemesi sonuna kadar hakem kararının icrası durur (MÖHUK m.61, 2; 57, 2).

7.Edaya ilişkin hüküm içeren Sayıştay kararları kesinleşmeden icra edilemez. 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun “İlamların infazı” başlıklı 53. maddesine göre, Sayıştay kararları kesinleştikten sonra doksan gün içerisinde yerine getirilir. İlâm hükümlerinin yerine getirilmesinden, kararların gönderildiği kamu idarelerinin üst yöneticileri sorumludur (Sayıştay Kanunu m.53, 1).

  • Sayıştay kararları gerekçeli olarak düzenlenir. İlâmlardan ikişer nüshası daire başkanı ve üyeler tarafından imza edildikten sonra imzalı nüshalardan biri dairede alıkonulur, diğeri ve imzasız nüshaları rapor dosyası ile birlikte Sayıştay Başkanlığına verilir. Sayıştay Başkanı veya görevlendireceği kimseler tarafından Sayıştay mührü ile mühürlenip imza edildikten sonra hesap yargılamasını yapan daire başkan ve üyeleri tarafından imzalanan nüsha Başkanlıkça saklanır (Sayıştay Kanunu m.51, 1).
  • Sayıştay kararlarının kesinleşmesi, adlî yargı ilk derece mahkemeleri ile idarî yargı ilk derece mahkemelerinin kararlarından farklıdır. Çünkü adlî ve idarî yargıda kararın tarafları bellidir ve taraflara tebliğinden itibaren süresinde kanun yoluna başvurulmaması veya kanun yolu incelemesi sonunda karar kesinleşir. Sayıştay’da ise kararın borçluya tebliği yetmemekte, Sayıştay kararları hesapla ilgili olarak verildiği için, o hesapla ilgili olan kişilerin tümüne tebligat yapılması gerekmektedir. Buna göre Sayıştay kararının kesinleşmesi için, kanun yoluna başvurulmaması veya kanun yollarının tüketilmesinin ardından; sorumlulara, sorumluların bağlı olduğu kamu idarelerine, genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri için Maliye Bakanlığına, ilgili muhasebe birimine ve başsavcılığa tebliğ edilmesi şarttır (Sayıştay Kanunu m.52, 1).
  • Sayıştay’ın zimmet çıkaran kararı tespit hükmü içermekte olup, eda emri içermediğinden icra kabiliyetine sahip değildir, doğrudan kararlı icra takibine dayanak teşkil etmez ve maddî anlamda kesin hüküm oluşturmaz. Yargıtay bu hususu şu şekilde belirtmiştir:
  • “Dava dilekçesinde, Sayıştay ilamına dayalı alacağın tahsili için ilamsız icra takibi başlattıklarını, davalıların süresinde itiraz etmeleri üzerine takibin durdurulduğunu, Sayıştay ilamlarının mahkeme kararları gibi infaz olunacağını, davalıların ancak kesin delille borçlarını ödediklerini ispat edebileceklerini, haksız itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesi talep olunmuştur.
  • Davalılar, Sayıştay ilamlarının kesin hüküm olmadığını, ilama konu olaylardan dolayı sorumlu tutulamayacaklarını iddia ederek davanın reddini savunmuşlardır. -Yerel mahkemece; Sayıştay ilamının kesin hüküm niteliğinde olduğu, davacı tarafından ilamlı icra takibi de yapılabileceği gerekçesiyle, başka bir inceleme yapılmaksızın istemin kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
  • Kural olarak Sayıştay; uyuşmazlıkları çözümle görevli bir yargı yeri değil, devlet harcamalarını denetlemek, hesap ve işlemlerini sonuçlandırmakla görevli Anayasal bir kurumdur. HMK’nın 303. maddesinde düzenlenen kesin hüküm, muhakeme yetkisine haiz mahkemelerin verdikleri ve kesinleşmiş kararlar bakımından söz konusudur. Sayıştay’ın zimmet çıkaran kararı mevcut davanın taraflarını bağlamaz. Taraflar iddia ve savunmalarını mahkeme huzuruna Sayıştay kararı ile bağlı olmaksızın getireceği delillerle kanıtlayabileceklerinden eldeki davada bu deliller incelenmelidir. Kuşku yok ki bu incelemede Sayıştay kararında ortaya konan olgu ve bulgular da değerlendirilebilir. O halde, mahkemece, tarafların tüm delilleri toplanmalı, konusunda uzman kişilerden oluşturulacak bilirkişi kuruluna iddia ve savunma doğrultusunda inceleme yaptırılmalı, varılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Ortada kesin hüküm varmışçasına istemin kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Karar bu nedenle bozulmalıdır”.
  • Sayıştay kararlarının kesinleştikten sonra icra edilmesine mukabil, Sayıştay Kanununda genel esastan ayrılma olmuş ve kararlarda gösterilen tazmin miktarının, hüküm tarihinden itibaren kânûnî faize tâbi tutularak, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu hükümlerine göre tahsil olunacağı hükme bağlanmıştır (Sayıştay Kanunu m.53, 2). Hâlbuki icra hukuku tatbikatında Yargıtay kararlarıyla istikrar kazanmış genel kural, kesinleşmeden icraya konulamayacak kararlarda, karar konusu alacağa işleyecek faizin de, kararın kesinleşme tarihinden itibaren işlemeye başlamasıdır. Sayıştay Kanununda, Sayıştay kararlarının kesinleştikten sonra icra edilmesi öngörüldüğünden, kararlarda gösterilen tazmin miktarına da kararın kesinleşme tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken, işleyecek kânûnî faizin hüküm tarihinden itibaren hesaplanacağının belirtilmesi isabetli bir düzenleme olmamıştır.

8. TTK m.33 ve 34’te düzenlenen tescil ve tescile itiraza ilişkin sicil müdürlüğünce verilecek kararlara karşı ilgililerce mahkemeye başvurulduğu takdirde, kesinleşmiş olan hükmün sonucuna göre işlem yapılacağından, kanun yoluna başvurulması icrayı durdurur. 6762 sayılı mülga TTK m.35, 4 ve 36, 3’te, tescil ve tescile itiraza ilişkin hükümlere karşı temyize başvurulmasının kararın icrasını durduracağı açıkça belirtilmişti. 6102 sayılı TTK m.33 ve 34’te bu yönde açık hüküm olmasa da, doktrinde haklı olarak ifade edildiği gibi, tescil ve tescile itiraz, kişiler hukukunu ilgilendiren hukukî neticeler doğurmaktadır. Kişinin (şahsın) hukuku kavramının geniş olarak yorumlanması ve ticaret siciline tescil ve tescile itiraza ilişkin kararların kişiler hukukunu ilgilendiren kararlar olarak kabul edilmesi gerekir. Örneğin bir gerçek ya da tüzel kişi tacirin ticarî işletmesini, seçtiği ticaret unvanını (TTK m.40, 1) veya işletme adını (TTK m.53) ticaret siciline tescil ettirmesi, kişilik haklarının bir parçasıdır ve ticaret hukuku yanında (TTK m.50-53) kişiler hukukunun öngördüğü korumadan (TMK m.23-24) yararlanmasını sağlar. Kişiler hukukuna ilişkin kararlar da kesinleşmedikçe icra edilemeyeceğinden (HMK m.350, 2; 367, 2), tescil ve tescile itiraza ilişkin kararların kesinleşmeden icra edilemeyeceğinin kabulü isabetlidir.

9. Ceza mahkûmiyeti hükümleri kesinleşmedikçe infaz olunamayacağından (CGTİHK m.4), bu kararların eklentisi olarak hükmedilen tazminat, yargılama giderleri ve avukatlık ücretine ilişkin hüküm fıkrasının icra edilebilmesi için de kesinleşmesi şarttır. Buna karşılık, mustakil olarak açılmış haksız tutuklamaya ilişkin tazminat kararının icrası için kesinleşmesi gerekli değildir.

10. Deniz müsadere mahkemelerinin hükümleri kesinleştikten sonra icra olunur (Denizde Zabt ve Müsadere Kanunu m.131, 1).

11. Menfî tespit davası kabul edildiği (davacı borçlunun davalı alacaklıya borcu olmadığı tespit edildiği) takdirde, menfî tespit kararı kesinleştikten sonra (İİK m.40 kapsamında icranın kısmen veya tamamen iadesi yoluyla) icra edilir. Bu doğrultuda, davanın esası bakımından icranın kısmen veya tamamen eski hâle iadesi Kanunda kararın kesinleşmesi şartına bağlandığından (İİK m.72, 5), menfî tespit davasını kazanan ve lehine tazminata hükmedilen borçlu, menfî tespit kararı kesinleşmeden, kararda hükmedilen tazminat ve yargılama giderleri (menfî tespit kararının eklentileri) için kararlı icra takibi yapmaz. Yargıtayın bu konudaki kararları istikrar kazanmış olup, Yargıtay kararlarında genellikle atıf yapılan konuyla ilgili HGK kararı şu şekildedir:

  • “Borçlunun, borçlu olmadığını kanıtlamak için açtığı olumsuz tesbit davası sonunda alınan ilamın (davacının davalı alacaklıya borçlu olmadığını) hükme bağlayan bölümü bir tesbit niteliğinde olduğundan ayrı takip konusu yapılamaz. Ancak, alınan ilamın (borçlu yararına hükmedilen yargılama giderleri ve tazminata ilişkin (bölümü ise ilamda yazılı miktarın davalıdan alınmasına ilişkin bir tahsil (eda) hükmü niteliğindedir. Bu sebeple ilamlı takibe konu yapılması gerekir. İİK’nın 72. maddesinin 5. fıkrasında işin esası ile ilgili olarak icranın kısmen veya tamamen eski hale iadesi ilamın kesinleşmesine bağlanmıştır. Tazminat ve giderler ise işin eklentileridir. İlamın esası kesinleşmeden infaz edilemeyeceğine göre, eklentilerinin de kesinleşmeden infaz edilemeyeceği doğaldır. O halde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır”.
  • Aynı şekilde menfî tespit davasının reddi hâlinde alacaklının, mahkemece lehine hükmedilen tazminatı alabilmesi için, kararın kesinleşmesi gerekir(İİK m.72, 4).
  • Yargıtay, menfî tespit davasının istirdat davasına dönüşmesi üzerine verilen kararın, menfî tespit davası sonunda verilen karar gibi kesinleşmeden icra edilemeyeceğini belirtmişken, mustakilen açılan istirdat davası sonucunda verilen kararın icrası için kesinleşmesini aramamaktadır. Doktrinde, Yargıtayın yaptığı bu ayırım, kânûnî bir gerekçeye dayanmadığı için eleştirilmekte ve genel kural gereği, konusu para alacağı olan istirdat kararının kesinleşmeden icra edilebilmesi gerektiği savunulmaktadıra. Kanımca, mevzuat hükümleri karşısında doktrindeki bu eleştiri haklı olup, menfî tespit davasının istirdat davasına dönüşmesi üzerine dava konusu artık, borçlunun alacaklıya cebrî icra tehdidi altında ödemiş olduğu paranın (borçlu olmadığı gerekçesiyle) geri alınmasıdır ve dava niteliği itibariyle tespit davası (HMK m.106) olmaktan çıkıp para alacağının iadesini konu alan bir eda davası (HMK m.105; İİK m.72, 7) niteliğine bürünmüştür. O hâlde, konusu para alacağı olan istirdat kararının icrası için genel kuraldan ayrılmayı gerektiren bir menfaat yoktur.
  • Yargıtay aşağıdaki kararında, menfî tespit kararında ayrıca davalıdan istirdatına hükmedilen para alacağı ve fer’ilerinin de, aynı kararda menfi tespite de hükmedilmiş olması gerekçesiyle, karar kesinleşmeden takibe konu edilemeyeceğine karar vermiştir:
  • “Borçlu vekili İcra Mahkemesi’ne başvurusunda; vekil edeni aleyhine başlatılan ilamlı icra takibinde, dayanak mahkeme ilamının kesinleşmediğini, menfi tespit davalarına ilişkin kararların kesinleşmeden icra edilemeyeceğini açıklayarak takibin iptalini istemiştir.
  • Mahkemece, ilamlı icra takibine dayanak mahkeme kararının edaya ilişkin hüküm içermesi nedeniyle menfi tespit kararı sayılamayacağı gerekçesi ile şikayetin reddine karar verilmiştir.
  • Menfi tespit ilamları, İcra ve İflas Kanunu’nun 72/5. maddesi karşısında kesinleşmeden takibe konulamaz. İlam bir bütün olup, ilamda yer alan eklentiler de aynı kurala tabidir. İlamda yer alan tüm alacak kalemlerinin, ilamın kesinleştiği tarihte muaccel hale geleceği belirgin olmakla, ilam kesinleşmeden eklentilerin de ayrıca takibe konu edilmeleri söz konusu olamaz.
  • Diğer bir anlatımla; borçlunun borçlu olmadığını kanıtlamak için açtığı menfi tespit davası sonunda alınan ilam, yargılama gideri ve tazminata ilişkin bölümleri, davanın kabulü ya da reddine ilişkin bölümü ile bir bütündür. Bu kalemlerin kesinleşmesi ve infazı ancak bir bütün olarak ilamın kesinleşmiş olmasına bağlıdır. Dolayısıyla, ilamın esas hakkındaki hükmü kesinleşmeden vekalet ücreti ve icra inkar tazminatına ilişkin hüküm bölümü ayrıca infaz ve icra takibine konu edilemez. (HGK. 07/11/1990 tarih, 1990/12-46 esas, 1990/564 karar sayılı kararı, Dairemizin 28/04/2014 tarih 2014/8704 esas, 2014/8483 karar sayılı kararı)
  • Somut olayda; takip dayanağı ilamda, ‘………TL’nin işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine, ……2.000 TL bedelli senetle ilgili olarak davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine, icra takibine konu diğer senetlerle ilgili davanın reddine’ karar verildiği, ilamın kesinleşmediği, takibe ise istirdatına hükmedilen 9.500 TL alacak ve fer’ilerinin konulmuş olduğu görülmektedir. Bu durumda aynı ilamda menfi tespite de hükmedildiğinden istirdata ilişkin bölüm ile fer’ileri ilam kesinleşmeden takibe konu edilemez.
  • O halde, Mahkemece şikayetin yukarıda yazılı gerekçeyle kabulü ile takibin iptaline karar verilmesi yerine, yazılı şekilde istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir”.
  • Kanımca Yargıtay kararı eleştiriye muhtaçtır. Yargıtay kararında dikkat çeken husus, menfî tespit kararında davalıdan istirdatına hükmedilen para alacağı ve fer’ilerinin, menfî tespit kararının mukadderatını paylaşmış olmasıdır. Menfî tespit kararları kesinleşmeden takibe konulamayacağından ve kararda yer alan eklentiler de aynı rejime tâbi olup, asıl karar kesinleşmeden icra edilemeyeceğinden, istirdat kararını asıl hükmün eklentisi olarak gören Yargıtay, hükmün istirdata ilişkin bölümünün de asıl karar kesinleşmeden icra edilemeyeceği sonucuna varmıştır.
  • Hâlbuki kararın istirdata ilişkin kısmı, genel kural gereği dava konusu para alacağı olduğundan, karar kesinleşmeden icra edilebilir. Bağımsız olarak açılan istirdat davası sonucunda verilen kararın icrası için kesinleşmesi aranmadığından, menfî tespit kararı içinde verilen istirdat kararının icrası için de kesinleşmesi aranmamalıdır. Nitekim Yargıtay başka bir kararında, aynı davada birden çok talep yer almışsa, bu taleplerden bâzılarının kesinleşmeden kararlı icra takibine konulamayacak olmasının, bunlardan bağımsız olan diğer alacak kalemlerinin kararlı icra takibine konulmasına engel olmayacağına şu şekilde karar vermiştir:

“Takip konusu ilam incelendiğinde, davalı alacaklının;

1. Eser sözleşmesinin feshi,

2. 157 parsel sayılı taşınmazla ilgili tapu iptal ve tescil,

3. İnşaatı bitmiş ve başkalarına satılmış binaların yer aldığı 162 ve 163 sayılı parsellere karşılık eser sözleşmesinin feshinden doğan alacak davası olmak üzere üç ayrı isteğinin olduğu görülmektedir.

12.11.2008 tarihli takip talebinde de, takip konusu ilamın “c” bendinde yer alan 161 ve 162 parsel sayılı taşınmazlara karşılık hükmedilen alacağın takibe konulduğu görülmektedir.

  • Bilindiği üzere aynı davada birden çok istem yer alabilir. Bu istemlerin bazısının kesinleşmeden takibe konulamayacak olması, bundan bağımsız diğer alacak kalemlerinin takibine engel değildir. Nitekim alacaklının, yargılama giderlerinin 190/240’ını takibe koyduğu, tapu iptal ve tescil ile ilgili ‘b’ bendindeki karara isabet eden yargılama giderlerini özenle ayırdığı görülmektedir. Hal böyle olunca, ilamın alacağa ilişkin bölümünün kesinleşmeden takibe konulması doğru olup, mahkemece şikayetin reddi yerine aksi düşüncelerle yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
  • Esasında 8. Hukuk Dairesinin yukarıda eleştirilen 10.02.2015 tarihli kararına konu olayda temel sorun, menfî tespit kararında yer alan istirdat hükmünün, menfî tespit kararının eklentilerinden olup olmadığıdır.
  • Kanımca menfî tespit kararı ile birlikte verilen istirdat hükmü, objektif dava yığılması olup davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla aslî talebini, aynı dava dilekçesinde birlikte ileri sürmüştür (HMK m.110). İstirdat talebi, menfî tespit kararından bağımsız bir hüküm kısmı olup, menfî tespit kararının eklentisi değildir. Menfî tespit kararının eklentileri, yargılama gideri ve tazminata ilişkin bölümler olup, bu bölümler asıl menfî tespit kararı kesinleşmeden icra edilmez. Dolayısıyla kararın eklentisi olmayan alacakların, hüküm kesinleşmeden ayrıca icra takibine konulabilmesi mümkündür.
  • Yargıtay 12. Hukuk Dairesi de, yukarıda yer verilen 25.05.2009 tarihli kararında, aynı davada birden çok istem yer almışsa, bu istemlerin bazısının kesinleşmeden takibe konulamayacak olmasının, bundan bağımsız diğer alacak kalemlerinin takibine engel olmadığını kabul ettiğinden; menfî tespit kararının eklentisi olmayan istirdata ilişkin hüküm kısmının, kararın menfî tespite ilişkin kısmının kesinleşmesi beklenmeksizin icra takibine konulabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Neticede Yargıtay’ın bu kararları, Türk hukukunda kararların kesinleşmeden icra edilmesi ilkesinden biran evvel vazgeçilmesi yönündeki tezin haklılığını ortaya koymaktadır.

12. İlâm bir bütündür. Kesinleşmeden icraya konulamayacak kararlarda öngörülen tazminat, yargılama giderleri ve vekâlet ücretleri (Yargıtayda HMK m.369’a göre duruşmalı inceleme yapılması hâlinde hükmedilecek murafaa vekâlet ücreti hariç) asıl hükmün eklentisi olduklarından ve kararda yer alan tüm alacak kalemleri karar kesinleştiği tarihte muaccel olacağından, asıl hüküm kesinleşmedikçe icra edilemezler. İlâmda yer alan eklentilerin (fer’ilerin) kesinleşmesi ve icrası, ancak bir bütün olarak kararın kesinleşmiş olmasına bağlıdır. Bu kapsamda, kesinleşmeden icraya konulamayacak kararlarda (örneğin boşanma kararının eklentisi niteliğinde olan tazminat alacağına işleyecek) faiz de, kararın kesinleşme tarihinden (karardaki kesinleşme şerhinde belirtilen tarihten) itibaren istenebilir. Nihayet, kesinleşmeden icraya konulamayacak karar hakkında alınan tavzih kararı da kesinleşmeden icra edilemez.

13. Yargıtayın 12.11.1979 tarih ve 1/3 sayılı içtihadı birleştirme kararına göre, kira bedelinin tespiti davası sonunca verilen kararlarda öngörülen kira bedeli farkı alacağı için kararsız icra yoluna gidilebilmesi için, hükmün kesinleşmesi gerekir. Yargıtayın bu İBK’sı doktrinde, kira bedelinin tespiti davalarını inşaî dava sayan görüşlerce desteklenmekte ve İBK’da dayanak alınan hususun HMK m.367 (HUMK m.443) değil, icra edilebilirlik için varlığı şart olan “belirlilik” unsuru olduğu, bu belirliliğin de ancak kira bedelinin tespitine ilişkin kararın kesinleşmesi sonucunda ortaya çıkacağı belirtilmektedir.

  • Doktrinde, kira bedelinin tespiti davalarını tipik tespit davası olarak kabul eden görüşler ise bu İBK’yı eleştirmekte ve HMK m.367, 2’de (HUMK m.443, 4’te) sınırlı olarak sayılan hâller arasında bu tür bir istisnaya yer verilmediğinden, kira bedelinin tespiti davası sonunda verilen kararların kesinleşmesi aranmadan, kararda öngörülen kira bedeli farkı alacağı için kararsız icra yoluna gidilebilmesi gerektiğini savunmaktadırlar.
  • Gene doktrindeki bu görüşe göre, Yargıtayın söz konusu İBK’sı esas alındığı takdirde, aynı kararda öngörülen yargılama giderleri ve vekâlet ücreti alacakları için kararlı icra yoluna başvurulması hâlinde de, bunlar asıl kararın eklentisi durumunda olduklarından, bu eklentilerin icraya konulabilmeleri için kira bedelinin tespitine ilişkin kararın kesinleşmesi gerektiği hâlde, uygulamada bu yönde bir zorunluluk aranmamakta, bu durumda da İBK’da benimsenen görüşün eleştirilmesi için başka bir sebep teşkil etmektedir.
  • Yargıtay’ın çeşitli kararlarında bu zorunluluk aranmakta; kesinleşmeden icraya konulamayacak olan kira bedelinin tespiti kararında yer alan yargılama giderleri, vekâlet ücreti ve kira alacağının faizinin de, kira bedelinin tespit hükmü kesinleşmedikçe icra edilemeyeceği açıkça belirtilmektedir. Buna aşağıdaki Yargıtay kararları örnek gösterilebilir:
  • “Diğer taraftan 12.11.1979 tarih ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, kira parasının tespitine dair kararlar kesinleşmeden icraya konulamaz. Aynı şekilde, HGK’nın 30.05.2001 tarih, 2001/12-423 E., 2001/456 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere; ‘Kira tespit kararları kesinleşmeden infaz olunamaz. Kararın kendisi kesinleşmedikçe takip yapılamayacağı gibi, kararda yazılı yargılama gideri ve vekalet ücreti vb. taleplerin de karar kesinleşmedikçe infazı istenemez.’ Bu itibarla faizin de kararın kesinleşme tarihinden itibaren istenebileceği tabiidir. (İBHGK’nın 24.11.1995 tarih, 1994/2 E. 1995/2 K. sayılı kararı)”.
  • “Takip dosyası birlikte gönderilmediği için takibin şekli belli değilse de borçlu vekili temyiz dilekçesinde borçluya 49 örnek ödeme emri gönderildiğini belirttiğine göre takibin kira tesbit kararına dayalı olarak genel haciz yolu ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Borçlu Mercii Hakimliği`ne yaptığı itirazında kira tesbit kararlarının kesinleşmeden infaz edilemeyeceğini ileri sürmüş ve bu konudaki içtihadı birleştirme kararının fotokopisinin ekinde ibraz etmiştir. Merci, kesinleşmeyen alacaklar için de icra takibi yapılacağından bahisle istemi reddetmiştir. Oysa 12.11.1979 tarih ve 1-3 sayılı içtihadı birleştirme kararına göre kira tespitine ilişkin karar kesinleşmeden asıl borç ve eklentileri istenemez. Merci kararının gerekçesinde isabet yoktur. Ancak adi takipte her türlü itiraz İİK`nun 62. maddesine göre icra dairesine yapılmalıdır. Merciie yapılan itiraz geçersizdir. İtirazın reddine karar verilmesi sonucu itibariyle doğrudur”.

14. Kooperatifler Kanunu’nun 16, 5. maddesine göre, haklarındaki çıkarma kararı kesinleşmeyen ortakların yerine yeni ortak alınamaz. Bu kişilerin ortaklık hak ve yükümlülükleri, çıkarılma kararı kesinleşinceye kadar devam eder. Kooperatifler Kanunu’nun bu özel hükmü ve bu hususun kişiler hukukuna ilişkin olması sebebiyle, kooperatif ortaklığından çıkarmaya ilişkin kararlar kesinleşmeden icra edilemez.

15. Uygulamada Yargıtay kararlarıyla, kesinleşmeden icra edilemeyecek kararların genişletildiği görülmektedir. Örneğin icra (hukuk) mahkemesince verilen (icranın devamını sağlayacak nitelikteki) kararların icra edilmesi için kesinleşmesi şart olmayıp, icra mahkemesi kararlarına karşı temyiz yoluna başvurma, satıştan başka icra işlemlerini durdurmaz (İİK m.364, 3).

  • Aynı şekilde, kira bedelinin ödenmemesi sebebiyle borçlu kiracıya karşı, kira bedelinin tahsili ve kiracının tahliyesi talebiyle yapılan kararsız icra takibinde icra mahkemesinin verdiği, borçlunun itirazının kaldırılıp tahliyesine dair kararın temyizi de icrasını (haciz ve tahliye yapılmasını) durdurmaz. Sadece tahliye için, icra mahkemesi kararının borçluya tefhim veya tebliğinden itibaren on gün geçmesi gerekir. Bu durumda borçlu, tahliye kararı üzerine, üç aylık kira bedeli karşılığında icranın durdurulması yoluna başvurabilir (İİK m.269/c, 3; 36)
  • Bunun gibi, kira süresinin bitmesi sebebiyle kararsız tahliyede, kiralanan taşınmazda üçüncü kişi bulunmaktaysa, bu kişi işgalde haklı olduğunu gösteren resmî bir belge sunamamakla beraber, kira sözleşmesindeki tarihten önceki bir tarihten beri taşınmazda oturduğunu beyan eder ve icra müdürü, mahallinde yapacağı incelemeyle bu beyanı doğrularsa, tahliyeyi erteleyerek üç gün içinde durumu icra mahkemesine bildirir. İcra mahkemesi, duruma göre (yapacağı duruşmada tarafları dinleyip delilleri inceleyerek) taraflardan birine mahkemede dava açması için yedi gün mühlet verir. Bu sürede dava açılırsa, dava sonunda verilen kararın icrası için kesinleşmesi beklenmez; ancak İİK m.36’ya göre icranın durdurulması mümkündür.
  • Buna karşılık bâzı Yargıtay kararlarında, hacizdeki istihkak davaları (İİK m.97) sonucunda icra mahkemesince davanın kabulüne dair verilen kararlarda yer alan tazminat ve yargılama giderlerine ilişkin hüküm fıkralarının icra edilebilmesi ve haczin kaldırılabilmesi için hükmün kesinleşmesi gerektiği belirtilmektedir. Yargıtaya göre istihkak davasının kabulüne ilişkin karar, mahcuz malların mülkiyetinin kime ait olduğunu gösteren bir tespit hükmü olduğundan, kesinleşmeden icra edilemez.
  • Bunun gibi, sıra cetveline karşı şikâyet yoluyla icra mahkemesine başvurulduğunda, şikâyet sebebiyle sıra cetvelinde belirtilen paralar alacaklılara ödenmez. İcra mahkemesi tarafından verilen sıraya dair şikâyetin reddi veya kabulü kararı temyiz edildiği takdirde sıra cetveli kesinleşmemiş olacağından, paraların dağıtılması gene mümkün değildir. Dolayısıyla sıra cetveli, icra mahkemesi kararı kesinleşmeden icra edilemez ve (İİK m.142/a hükmü dışında) sıra cetveli uyarınca alacaklılara dağıtım yapılamaz.
  • İcra mahkemesinin “icra ceza mahkemesi” sıfatıyla verdiği cezaya ilişkin kararlarında ise durum farklı olup, bu kararlar kesinleşmeden icra edilemez.
  • Bunun gibi, icra mahkemesinin şikâyet üzerine verdiği iptal veya düzeltme kararlarının icra edilebilmesi için de şeklî anlamda kesinleşmesi gerekir (İİK m.16-18). Örneğin icra memurunun yaptığı haciz işlemine karşı borçlunun şikâyetini kabul eden icra mahkemesi haciz işlemini iptal ederse, bu karar şeklî anlamda kesinleştikten sonra icra edilir. Böylece mahcuz mal üzerindeki haczin kaldırılarak malın borçluya iadesi, icra mahkemesi kararının kesinleşmesinden sonra yapılır. Aynı şekilde icra mahkemesi bir işlemi düzeltirse, bu karar da şeklî anlamda kesinleştikten sonra icra edilir.

16.Özel mülkiyet konusu kaynak niteliğindeki suya yapılan el atmanın önlenmesi davası sonunda verilen kararların icraya konulabilmesi için kesinleşmesi aranmaktadır.

17. Benzer şekilde kat mülkiyeti hukukundan kaynaklanan, yasak işlerin yaptırımı olarak eski hâle getirme (örneğin işyerinden meskene dönüştürme) davalarında da Yargıtay, dava konusu bağımsız bölümün projede ve tapu kütüğünde yazılı kullanım biçimine dönüştürülmesine yönelik hükmün icrası için kesinleşmesini aramakta; hâkimin müdahalesi istemiyle açılan davalarda (KMK m.33, 1) ilk derece mahkemeleri, davanın kabulüne dair hükümde, eski hâle getirme için davalıya, hükmün kesinleşmesinden itibaren kısa bir süre vermektedirler (KMK m.33, 2). Yargıtay, örneğin yıkım sûretiyle eski hâle iade şeklindeki kararlarda, kararın kesinleşmesinden itibaren belli bir süre sonra icrasına ilişkin hükümleri onamak sûretiyle, bu uygulamayı desteklemektedir.

  • Buna karşılık Yargıtay bâzı kararlarında, Kat Mülkiyeti Kanunundan kaynaklanan ve değişikliklerin onaylı mimarî projeye uygun hâle getirilmesini emreden kararların mülkiyet uyuşmazlığına ilişkin olmadığından, kesinleşmeden icra edilebileceğine karar vermiştir.
  • Gecekonduların yıkılmasına ilişkin kararların icrası için, kararın kesinleşmesinin gerekip gerekmediği konusunda farklı Yargıtay kararlarına rastlanmaktadır. Yargıtay bâzı kararlarında, gecekonduların yıkılmasına ilişkin kararların taşınmazın aynına ilişkin olmadığından, kesinleşmeden icra edilebileceğini belirtmişken, aksi yöndeki kararlarında, yıkım hükmünün kesinleşmeden icra edilemeyeceği sonucuna varmıştır.
  • Doktrindeki bir görüşe göre, bu tür kararların taşınmaz üzerindeki aynî haklarla ilgili olmaması sebebiyle, icrası için kesinleşmesi şart olmamalıdır.
  • Kanımca, adlî yargıdaki her türlü yıkım hükmü, kesinleşmeden icra edilememelidir. Nitekim idarî yargılama hukukunda da yıkım kararlarının kesinleşmeden icrası mümkün değildir. Yıkım hükümleri taşınmaz mala ve taşınmaz malla ilgili aynî haklara ilişkin olmasa da, icrası için kesinleşme şartı aranmalıdır. Zîrâ kanun koyucu, taşınmaz mala ve taşınmaz malla ilgili aynî haklara ilişkin hükümleri kamu düzeninden gördüğü ve bunlara ilişkin hükümlerin kesinleşmeden icra edilmesinin telâfisi güç bâzı sakıncaların doğmasına sebep olabileceğini kabul ettiği için, bu hükümlerin kesinleşmeden icra edilmesini yasaklamıştır. Aynı amaç ve gerekçeler, yıkım kararları için de geçerlidir. Yıkım hükmünün kesinleşmeden icrası, hükmün kanun yolu incelemesi sonunda bozulması hâlinde, telafisi güç ve imkânsız zararların doğumuna yol açabileceğinden, kararın icrası için kesinleşmesi beklenmelidir.

Kesinleşmeden İcra Edilemeyecek İlâmlarda İcra Müdürünün Borçluya İcra Emri Tebliğ Etmeden Önce Kesinleşme Şerhinin Varlığını Araştırması

Hükmü veren mahkemece kararın üzerine yazılan ve kesinleştiğini gösteren kayda kesinleşme kaydı (şerhi) denir. İlâmın alınması, kesinleşme kaydı ve harçlar, HMK m.302’de düzenlenmiştir. Harcının ödenmiş olup olmamasına bakılmaksızın kararı her zaman alabilen taraflar, hüküm kesinleştikten sonra kararı, hükmü veren mahkeme kalemine sunarak, kararın üzerine kesinleşme şerhi düşülmesini talep ederler. Kesinleşme şerhinin (kaydının) düşülmesi, hükmün kesinleştiğinin, kesinleşme tarihi de belirtilerek kararın altına veya arkasına yazılması, mahkeme mührü konularak kaydın altının, toplu mahkemelerde mahkeme başkanı veya tek hâkimli mahkemelerde hâkim tarafından imzalanması sûretiyle yapılır (HMK m.302, 4).

İcrası için kesinleşmesi zorunlu olan kararlarda nihaî karara karşı kanun yoluna başvurulması hâlinde karar icra edilemez. Çünkü bu hâlde karar, icra kabiliyetinden mahrumdur. Kesinleşmeden icra edilemeyecek kararlarda, kesinleşen hükmün kararlı icraya koyulabilmesi için kararın şekli anlamda kesinleşmesi ve karara, hükmün kesinleştiğine dair kesinleşme şerhi (kaydı) konulması gerekir.

Aynı davada birden çok talep yer almışsa, bu taleplerden bâzılarının kesinleşmeden kararlı icra takibine konulamayacak olması, bunlardan bağımsız olan diğer alacak kalemlerinin kararlı icra takibine konulmasına engel olmaz.

İcra müdürü, takip talebine eklenen belgenin icra edilebilir nitelikte bir karar veya karar niteliğinde belge olduğunu tespit ettikten sonra, karara uygun bir icra emrini düzenleyerek borçluya tebliğ etmelidir. İcra müdürü, icra edilecek kararın kapsamını yorum yoluyla genişletemeyeceği veya daraltamayacağı gibi, nasıl icra edileceği konusunda icra mahkemesinden görüş de soramaz.

Kanımca kararın kesinleşip kesinleşmediği icra müdürünce re’sen gözetilmelidir. İcra müdürü, alacaklının takip talebini aldığında, takip dayanağı olan kararı re’sen incelemeli, kararın icrası için kesinleşmesinin zorunlu olup olmadığını belirlemeli, icrası için kesinleşmesi zorunlu olan kararlarda karara, kararı veren mahkemece kesinleşme şerhinin (HMK m.302, 4) yazılmış olduğunu kontrol etmeli ve bundan sonra, kararı aynen icra edecek şekilde karar borçlusuna icra emri göndermelidir.

Takibin dayanağı olan karar, kesinleşmeden icra edilemeyecek kararlardansa ve henüz kesinleşmemişse (kararda kesinleşme şerhi yoksa), takip talebine eklenen belgenin icra edilebilir nitelikte olmadığı gerekçesiyle icra müdürü takip talebini reddetmelidir. Zîrâ bu tür kararlarda kesinleşme, kararın icra edilebilmesi için zorunlu bir ön koşuldur ve bu koşuldaki eksiklik, Kanunun emredici hükmünün ihlâli anlamına geleceğinden kamu düzenine aykırılık oluşturmaktadır.

İcra hukuku tatbikatında icra müdürlerince bu tür kontrollerin yapıldığına rastlanmamakta, bu durum da icra mahkemelerine yapılan şikâyetlerin sayısında artışa yol açarak icra mahkemelerinin iş yükünü lüzumsuz yere arttırmaktadır. Üstelik Yargıtay da bu görüşte değildir. Yargıtay, İİK m.32’de yer alan “para borcuna veya teminat verilmesine dair olan karar icra dairesine verilince, icra müdürü borçluya bir icra emri tebliğ eder” hükmünü gerekçe göstererek, icra müdürünün kararın kesinleşip kesinleşmediğini araştırma görevi olmadığını, kendisine sunulan karara istinaden borçluya icra emri tebliğ etmek zorunda olduğuna içtihat etmiştir. Yargıtaya göre icra müdürünün kendiliğinden gözetemeyeceği bu husus, emrinin tebliğinden sonra, borçlunun şikâyeti üzerine icra mahkemesince incelenip karara bağlanabilir. Yargıtay’ın bu görüşü kanımca, yukarıda sıralanan sebeplerle isabetli değildir.

Kesinleşmeden İcra Edilemeyecek İlâmların Kesinleşmeden İcraya Konulması Hâlinde Süresiz Şikâyete Başvurulabilmesi

Kesinleşmeden icra edilemeyecek nitelikteki bir karar kesinleşmeden icraya konulmuş ve borçluya icra emri tebliğ edilmişse, borçlu kamu düzenine aykırılık teşkil etmesi sebebiyle bu hususu süresiz şikâyet yoluyla icra mahkemesine taşıyabilir (İİK m.16) ve icra takibini iptal ettirebilir. Yargıtay kararlarında bu husus şu şekilde ifade edilmektedir:

“6100 Sayılı HMK nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla yürürlükte bulunan HUMK’un 443/4. maddesine (6100 s. HMK m.367/2) göre aile ve şahsın hukukuna dair ilamlar kesinleşmedikçe infaz edilemez. Bu ilamlara dair kesinleşmeden takip yapılamayacağı yönündeki şikayetler, kamu düzeninden olup süresiz şikayet olarak incelenmelidir. Öte yandan, her dava ve şikayet, davanın açıldığı (şikayetin yapıldığı) tarihteki koşullara ve hukuki duruma göre hükme bağlanır (HGK’nın 2011/12-177 Esas, 2011/300 Karar sayılı 11.5.2011 tarihli, 28.11.1956 tarih ve 15/15 Sayılı ve İBK kararları gereğince)”.

“Borçlunun kararın kesinleşmeden infaz edilemeyeceğine dair itirazını merciye (icra mahkemesine) yapması gerekmesinebu cihetin kamu düzeni ile ilgili olup süreye bağlı olmaksızın takip borçlusunun mercie (icra mahkemesine) itiraz edebileceği; icra müdürünün hatalı dahi olsa yaptığı infazı icra hâkimi yerine geçip iptal edemeyeceğine binaen varit olmayan temyiz itirazlarının reddi ile…”.

Buna karşılık Yargıtay 12. Hukuk Dairesi aksi yöndeki bâzı kararlarında, kesinleşmeden icra edilemeyecek nitelikte olan bir karara dayalı olarak, karar kesinleşmeden icra takibi yapılması hâlinde, bu husustaki şikâyetin süreye tâbi olduğuna ve yedi günlük sürede şikâyet edilmediği takdirde, icra mahkemesinin bu hususu re’sen dikkate almayarak şikâyetin süre yönünden reddine karar vermesi gerektiğine içtihat etmiştir. Eski tarihli bu kararlar isabetli değildir. Benzer şekilde Yargıtay’ın, menfî tespit davasının kabulüne ilişkin kararların kesinleşmeden icra edilemeyeceğine ilişkin şikâyetin süreye tâbi olduğunu belirten kararı da kanımca isabetli değildir.

Takibin Dayanağı Olan İlâmın Kesinleşmeden İcra Edilemeyecek İlâmlardan Olup Olmadığı Ve Böyleyse Kesinleşip Kesinleşmediğinin Şikâyet Yoluyla İcra Mahkemesince Re’sen Nazara Alınabilmesi

Takibin dayanağı olan kararın kesinleşmeden icra edilemeyecek kararlardan olup olmadığı ve böyleyse kesinleşip kesinleşmediği, şikâyet yoluyla icra dosyası kendisine intikal ettirilen icra mahkemesince de re’sen nazara alınabilmeli ve takip iptal edilebilmelidir. İcra mahkemesine farklı bir sebeple şikâyet başvurusu yapılmış dahi olsa, icra hâkimi bu noksanlığı şikâyet dosyasında re’sen araştırmalı ve icrası için kesinleşmesi gereken kararın kesinleşmeden icraya konulduğunu görmesi durumunda takibi iptal etmelidir.

Örneğin Yargıtay, icra takibinde taraf ehliyetinin varlığının kamu düzeninden olup, icra mahkemesince kendiliğinden göz önüne alınması gerektiğine içtihat etmiştir. Takibin dayanağı olan karar kesinleşmeden icra edilemeyecek kararlardan ise, bu ilamın icra edilebilir nitelikte olması için kesinleşmesi kanun hükmüyle zorunlu kılınmıştır ve aksi bir durum, kanunun emredici kuralından kaynaklandığı ve kamu düzenine aykırılık teşkil ettiğinden, başka bir sebeple dahi olsa şikâyet talebini inceleyen icra mahkemesince re’sen nazara alınabilmelidir.

İcra edilebilmesi için kesinleşmesi zorunlu olan kararlar kesinleşmeden önce icra kabiliyetine sahip olmadıklarından, bu tür kararların kesinleşmeden icraya konulması hâlinde takip dayanağı olarak ortada icra edilebilir bir belge yoktur ve bu husus kamu düzenine yönelik emredici kanun hükümlerine aykırılık teşkil eder. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin aynı görüşteki aşağıdaki kararı kanımca isabetlidir:

“Takip dayanağı ilam tapu iptali ve tescile ilişkin olup, gayrimenkulun aynı ile ilgili olduğundan diğer bir deyişle taşınmazın mülkiyet durumunun saptanmasına ilişkin bulunmakla HUMK. 443/4 maddesi hükmü uyarınca kesinleşmeden infaz olunamazBu cihetin mahkemece re’sen nazara alınması gerekir.

Yasanın emredici hükümlerine aykırı işlemlerde şikayet süreye tabi değildir. Kamu düzeni ile ilgili bu konudaki şikayet de süreye tabi tutulamaz”.

Buna karşılık Yargıtay 8. Hukuk Dairesi aşağıdaki kararında aksi yönde karar vermiştir:

“Şikayetçi vekili çocuk teslimi için Yönetmelikte öngörülen örnek: 3 sayılı icra emri yerine örnek: 4-5 sayılı icra emrinin gönderilmesi nedeniyle takibin iptalini talep etmiştir. Mahkeme ise ‘Söğüt İcra Dairesi’nin 2012/354 Esas sayılı icra dosyasında çocuk teslimine ilişkin ilama dayanılarak icra takip talebinde bulunulduğu halde İcra ve İflas Kanunu Yönetmeliği’nin 24. maddesinde öngörülen hususları içerir örnek: 3 icra emri yerine örnek: 4-5 icra emrinin gönderildiği anlaşılmakla, bu yöndeki şikayetin haklı ve yerinde olduğundan icra emrinin iptaline, ayrıca HMK’nın 350/2. maddesine göre bu tür ilamların kesinleşmedikçe infaz edilemeyeceği ve bu hususun kamu düzenine ilişkin olup re’sen gözetilmesi gerektiği’ gerekçesi ile takibin iptaline karar vermiştir.

Her ne kadar boşanma kararı ile birlikte verilen çocuk teslimine ilişkin ilamlar kesinleşmeden takip konusu yapılamaz ise de bu husus ilgilisi tarafından şikayet konusu yapıldığı takdirde icra mahkemesince incelenebilir.

Somut olayda borçlunun icra mahkemesine bu yönde bir şikayeti bulunmamaktadır.

O halde, mahkemenin örnek: 3 icra emri yerine örnek: 4-5 icra emrinin gönderilmesi gerektiği yönündeki değerlendirmesi yerinde olup, bu nedenle icra emrinin iptali ile yetinilmesi gerekirken şikayetçi alacaklı tarafından takibe dayanak ilamın kesinleşmedikçe infaz edilemeyeceğine yönelik şikayet olmadığı halde bu gerekçe ile takibin iptaline de karar verilmesi isabetsizdir.

Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nın 366 ve HUMK’un 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nın 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 21.01.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi”.

Kanımca Yargıtay’ın yukarıdaki kararı isabetli değildir. Kararda, kesinleşmeden icra edilemeyecek kararların kesinleşmeden önce icraya konulması hâlinde, bu hususun icra mahkemesince re’sen dikkate alınamayacağı belirtilmiştir.

Karara konu olan olayda boşanma kararı ile birlikte verilen çocuk teslimine ilişkin kararlar kesinleşmeden kararlı icraya konulamayacağından, bu hususun taraflarca ileri sürülmesine lüzum yoktur. Şikâyet yoluyla icra takip dosyası önüne gelen icra mahkemesi, takibin dayanağı olan kararın kesinleşmeden icra edilemeyecek kararlardan olup olmadığı ve böyleyse kesinleşip kesinleşmediğini re’sen gözetmeli ve kesinleşme şerhinin (HMK m.302, 4) varlığını araştırmalıdır. Çünkü ve bu tür kararlarda kararın icrası için kesinleşme şartı kamu düzenine aykırılık oluşturur. Kesinleşmeden icra edilemeyecek kararlarda karar kesinleşmeden önce icra edilebilir nitelikte değildir. Somut olayda borçlunun icra mahkemesine bu yönde bir şikâyeti bulunmadığı gerekçesiyle icra mahkemesince takibin iptaline karar verilemeyeceği gerekçesi isabetli değildir.

Çağrı Ayboğa

Avukat Çağrı Ayboğa, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olup yüksek lisans öğrenimine devam etmektedir. Ayboğa + Partners Avukatlık Bürosu’nun kurucu avukatlarındandır. Ankara Barosu’na kayıtlı olarak dinamik ve tecrübeli ekibiyle avukatlık mesleğini icra etmektedir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Ara