Aile HukukuCeza Hukuku

Aile Yükümlülüklerinin İhlali Suçu ve Cezası (TCK md. 233)

Aile Yükümlülüklerinin İhlali Suçu ve Cezası (TCK md. 233/1-2-3)

Aile Yükümlülüklerinin İhlali Suçu ve Cezası Nedir?  Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Aile Düzenine Karşı Suçlar başlıklı sekizinci bölümünde, 233. maddede düzenlenmiştir. Maddenin başlığına bakıldığında, aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali şeklinde tek bir suçun düzenlendiği izlenimi edinilse de, aslında maddede aile hukukundan kaynaklanan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüklerin ihlali; gebe kadının terki ve çocuğun ahlak, güvenlik ve sağlığını tehlikeye sokma suçları düzenlenmektedir.

Aile Yükümlülüklerinin İhlali Suçu ve Cezası (TCK md. 233)
Aile Yükümlülüklerinin İhlali Suçu ve Cezası (TCK md. 233)

İçerik

Aile Yükümlülükleri Nedir? İhlali Nasıl Gerçekleşir?

Ailenin sağlıklı bir toplumu oluşturan sağlıklı bireylerin yetiştirilmesindeki önemli rolü nedeniyle, devlet tarafından korunması gerektiği uluslararası belgelerde ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da dahil olmak üzere bir çok Anayasa’da yer almaktadır . Türk hukukunda ayrıca özel olarak ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusuna özgülenmiş bir kanun da bulunmaktadır. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da medeni hukuk ve ceza hukukuna ilişkin birçok tedbire yer verilmekle birlikte; bunların yanında ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda da ailenin korunması amacıyla “Aile Düzenine Karşı Suçlar” başlığı altında bir bölüm ihdas edilmesi yoluna gidilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun söz konusu sekizinci bölümünde, birden çok evlilik, hileli evlenme, dinsel tören (m. 230), çocuğun soybağını değiştirme (m. 231), kötü muamele (m. 232), aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali (m. 233) ve çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (m. 234) suçları yer almaktadır.

Aile bireyleri arasındaki ilişkilerin özel hayat kapsamında görülmesi ve bu alana ceza hukuku hükümleriyle müdahalede bulunmaktan mümkün olduğunca kaçınılması gerekmektedir. Ancak çok sınırlı olmak kaydıyla, devletin ceza hukuku hükümleri aracılığıyla evlilik birliğinin devamını sağlayarak; eşlerin menfaatlerini ve ailenin korunmasını sağlaması kabul edilmektedir. Bu bağlamda kanun koyucunun Türk hukukunda ailenin korunması amacıyla ihdas ettiği hükümlerden biri olarak karşımıza, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 233. maddesinde düzenlenen aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali çıkmaktadır.

DMCA.com Protection Status

TCK Madde 233- Kanuni Düzenleme

Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali, 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nda karşılığı olmayan yeni bir suç tipidir. Ancak kanunun gerekçesinde ve Adalet Komisyonu görüşme tutanaklarında, böyle bir suç tipine neden ihtiyaç duyulduğu sorusunun yanıtı yer almamaktadır. Ancak öğretide bu durumun kanun koyucunun, aile ve aile bireylerine daha fazla önem vermesinin ve ailenin korunmasının amaçlanmasının bir göstergesi olduğu da savunulmaktadır. Kanun koyucu aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suçunu, Türk Ceza Kanunu’nun 233. maddesinde şu şekilde düzenleme yolunu tercih etmiştir:

“(1) Aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünü yerine getirmeyen kişi, şikayet üzerine bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Hamile olduğunu bildiği eşini veya sürekli birlikte yaşadığı ve kendisinden gebe kalmış bulunduğunu bildiği evli olmayan bir kadını çaresiz durumda terk eden kimseye, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.

(3) Velâyet hakları kaldırılmış olsa da, itiyadî sarhoşluk, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılması ya da onur kırıcı tavır ve hareketlerin sonucu maddî ve manevî özen noksanlığı nedeniyle çocuklarının ahlâk, güvenlik ve sağlığını ağır şekilde tehlikeye sokan ana veya baba, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.

Maddenin başlığına bakıldığında madde metninde sadece aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlal edilmesinin suç olarak düzenlendiği intibaı edinilmekle birlikte, aslında madde metninde üç ayrı suç tipinin düzenlendiği görülmektedir. Buna göre; birinci fıkrada aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali (bakım, eğitim ve destek olma yükümlülüklerinin ihlali); ikinci fıkrada gebe kadını terk etme ve son olarak üçüncü fıkrada da çocuğun ahlak, güvenlik ve sağlığını tehlikeye sokma suçları düzenlenmektedir. Bu açıdan bakıldığında madde başlığının, içeriği karşılamakta yetersiz kaldığı tespitinde bulunulabilir.

Uluslararası Düzenlemelerde Aile Yükümlülüklerinin İhlali Suçu

Karşılaştırmalı hukukta Polonya’da 1997 tarihli Polonya Ceza Kanunu’nun 209. maddesinde nafaka yükümlülüğünün ihlali; Fransa’da Fransız Ceza Kanunu’nda ise ailenin ihmali, çocuğun tehlikeye maruz bırakılması suçları düzenlenirken; İspanyol Ceza Kanunu’nda da 223 ila 233. maddeler arasında ailevi haklara ve yükümlülüklere karşı suçlar hüküm altına alınmıştır. Benzer şekilde Rus Ceza Kanunu’nda 156. maddede çocuğun yetiştirilmesinde yükümlülüklerin ihmali ve 157. maddede de kötü niyetli olarak nafakayı ödememek fiilleri suç olarak düzenlenmiştir. İsviçre’de ise İsviçre Ceza Kanunu’nun 217. maddesinde nafaka yükümlülüğünün ihlali ve 219. maddesinde eğitim ve bakım yükümlülüğünün ihlali fiilleri suç olarak düzenlenirken; Kanun metninde 1990 yılında yapılan değişiklik ile 218. maddede düzenlenen gebe kadını terk fiili, ceza hukuku uygulamasında bu suçların anlamsız kaldığı ve cezalandırmaya artık ihtiyaç kalmadığı gerekçesiyle suç olmaktan çıkartılmıştır. Avusturya Ceza Kanunu’nda da hükmedilen tedbirlere uymama, çocuğun terki, nafaka yükümlülüğünün ihlali, eğitim, bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihmali fiilleri suç olarak düzenlenirken; Alman Ceza Kanunu’nda ise nafaka yükümlülüğünün ihlali ve bakım ve eğitim yükümlülüğünün ihlali suçları yer alırken; bakım yükümlülüğün hamile kadına karşı ihlal edilmesi, suçun cezasının ağırlaştırılmasını gerektiren bir nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. İtalyan Ceza Kanunu’nda ise aileye karşı bakım yükümlülüğünün ihlali yani manevi terk fiilleri, 570. maddede suç olarak düzenlenirken; 1981 yılında söz konusu maddeye 3. fıkra eklenerek bu fiillerin çocuklar hariç olmak üzere diğer kişilere karşı işlenmesinin takibi şikayete bağlanmıştır.

Aile Yükümlülüklerinden Bakım, Eğitim ve Destek Olma Yükümlülüğünün İhlali (TCK md. 233/1)

TCK md. 233/1 Suçla Korunan Hukuki Değer

Bu suçla bakım, eğitim ve destek olma yükümlülüğünün alacaklısı konumunda olan kişinin hakları korunmakta; yaşamsal gereksinimlerinin karşılanması garanti altına alınmak istenmektedir. Yine aile hukukundan doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde ailenin parçalanması riski doğacağından, bu suç tipi ile aile ve toplum düzeninin korunduğu da kabul edilmektedir.

TCK md. 233/1 Fail

Suçun faili sadece aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğü bulunan kişiler olabilir. Bu nedenle suç, faili açısından özgü suç niteliğindedir. Kimlerin aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün bulunduğu da Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre belirlenecektir. Bu doğrultuda mağdur çocuk olduğunda, failin anne ve baba; mağdur eş olduğunda ise failin diğer eş olduğu belirtilmektedir.

Eşler açısından söz konusu yükümlülüğün doğduğundan bahsedilebilmesi için taraflar arasında Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulmuş geçerli bir evlilik birliğinin bulunması gerektiği; dolayısıyla fiili birlikteliklerin söz konusu madde kapsamında değerlendirilmesi imkanı bulunmadığı görüşü ileri sürülmektedir. Ancak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin “aile” kavramını tanımladığı kararı ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatları doğrultusunda ve kadın ve çocukların korunması amacıyla, burada daraltıcı bir yorum yapılmaması; taraflar arasında resmi bir nikah olmasa dahi fiili birlikteliklerin de, somut olayda mahkeme tarafından taraflar arasında evlilik birliği benzeri bir birlikte yaşamın kurulduğunun tespit edilmiş olması kaydıyla, madde kapsamında değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu bağlamda TCK’nın 233. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen “gebe kadının terki” suçunda, evli olmayan kadınların da bu suçun mağduru olarak kabul edilmiş olması ve bu suç tipinin aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali suçu altında düzenlenmiş olması nedeniyle, kanun koyucunun iradesinin fiili birliktelikleri de aile kavramı kapsamında görerek koruma altına almak olduğu da belirtilmektedir.

Ayrıca aşağıda maddi unsur başlığı altında suçun seçimlik hareketlerinin değerlendirilmesi noktasında ayrıntılı olarak belirtileceği gibi, bu yükümlülüklerin muhatabının üstsoy, altsoy ve hatta kardeşler olabilmesi de mümkündür. Bu nedenle üstsoy, altsoy ve kardeşler bakımından bu yükümlülüklerin doğduğu hallerde, söz konusu bu kişiler de suçun faili olabileceklerdir.

TCK md. 233/1 Mağdur

Suçun mağduru, aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüklerinin alacaklısı konumunda olan aile bireyidir. Dolayısıyla eşlerin, çocukların, evlat edinenlerin, evlatlığın, altsoy, üstsoy ve kardeşlerin suçun mağduru olabilmeleri mümkündür. Bu doğrultuda suç, sadece bakım, eğitim veya destek alma hakkı tanınan aile bireylerine karşı işlenebileceğinden, mağduru bakımından özgü suç niteliğindedir.

Suçun mağduru olabilecek çocuklar bakımından ise bu çocukların eşlerin ortak çocuğu olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Eşlerin ortak olmayan çocukları da aile birliğinin bir parçasını teşkil ettiklerinden, onlara karşı da aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali suçunun işlenebilmesi mümkündür.

TCK md. 233/1 Maddi Unsur

Hareket

Suç, bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüklerinin ihlali suretiyle işlenebilecek seçimlik hareketli bir suçtur. Suç seçimlik hareketli bir suç olarak düzenlendiğinden suçun tamamlanması için failin maddede sayılan yükümlülüklerden birini ihlal etmiş olması yeterlidir. Bu yükümlülüklerden birden fazlası ihlal edilmişse, bu halde yine tek suç oluşmakla birlikte, bu durum cezanın tayini noktasında hakim tarafından göz önünde bulundurulacak ve üst sınıra yaklaşılması sonucunu doğuracaktır.

Yine suç, sadece maddede sayılan yükümlülüklerin ihlali suretiyle işlenebileceğinden ve başka bir yükümlülük ihlali söz konusu suça sebebiyet vermeyeceğinden bağlı hareketli bir suç özelliği göstermektedir. Bununla birlikte, maddenin başlığının aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali olması ve aile hukukundan doğabilecek bakım, eğitim veya destek olma yükümlülükleri dışında Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenmiş bulunan başka yükümlülüklerin de olması nedeniyle maddenin kapsamına giren yükümlülüklerin ne olduğunun belli olmadığı, bu durumun da uygulamada karmaşaya neden olabileceği eleştirisi yapılmaktadır. Gerçekten de Türk Ceza Kanunu’nda, Anayasa m.176/2 son cümlede olduğu gibi kenar başlıklarının madde metnine dahil olmadığına dair bir düzenlemeye yer verilmediğinden, ceza normunun madde başlıkları madde metnine dahil sayılarak maddenin yorumlanmasında dikkate alınmalıdır. Bu doğrultuda madde başlığında, içeriğine nazaran daha geniş kapsamlı bir kavramsal tercihin yapılmasının, uygulamada sıkıntı yaratabileceği yönündeki eleştirilere katılmaktayız.

Bu noktada yapılan bir diğer eleştiri de, aile hukukundan kaynaklanan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüklerin ihlali suç haline getirilirken; özel hukuktan, uluslararası özel hukuktan ya da diğer kanunlardan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlalinin veya yabancı mahkeme kararına dayanan nafaka yükümlülüğü ihlalinin, suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca madde kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği noktasının açık olmamasından kaynaklanmaktadır.

TCK md. 233 Suçu İçin Terk Etmek Şart Mıdır?

TCK’nın 233. maddesinin gerekçesine göre; aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün yerine getirilmemesinin suç teşkil etmesi için terk olgusunun gerçekleşmemesi gerekmektedir. Terkin gerçekleştiği hallerde, TCK m.97 anlamında terk suçu oluşacaktır. Ancak bu düzenlemeyi, TCK m.233 anlamında aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğü altında bulunan kişinin, bu yükümlülüğünü yerine getirmeksizin hak sahibini terk ettiği her durumda TCK m.97 anlamında terk suçunun oluşacağı şeklinde de yorumlamamak gerekir. Söz konusu terk suçu bakımından kanun koyucu suçun mağdurunu madde metninde, “yaşı veya hastalığı nedeniyle kendini idare edemeyecek durumda olan kişi” olarak belirlemiştir. Bu suçun faili de, yaşı veya hastalığı nedeniyle kendisini idare edemeyecek durumda olan kişiler üzerinde kanundan veya sözleşmeden kaynaklanan koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan kişilerdir. Bu noktada Yargıtay, kanundan kaynaklanan bir yükümlülüğün bulunup bulunmadığını değerlendirirken başta Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve Türk Medeni Kanunu gibi kanunları göz önünde bulundurmakta; sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğün bulunup bulunmadığının belirlenmesinde ise sözleşmenin kapsamı ve içeriğini esas almaktadır. Bu doğrultuda Türk Medeni Kanunu m.185 uyarınca eşlerin de birbirlerine karşı koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunmaktadır. Bununla birlikte, bir eşin diğerine karşı bu yükümlülüğü yerine getirmeyip, eşini terk etmesi durumunda, söz konusu terk fiilinin TCK m.97 anlamında suç teşkil etmesi için terk edilen eşin, bu fiilin gerçekleştiği anda yaşı veya hastalığı nedeniyle kendini idare edemeyecek durumda olması gerekmektedir. Uygulamada Yargıtay kararları da bu yöndedir.

Suçun oluşması için bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün ihlali arandığından suç, saf veya gerçek anlamda bir ihmali suçtur; bu doğrultuda yükümlülük ihlalinin varlığından söz edilebilmesi için failin aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüklerini hiç ya da gereği gibi yerine getirmemesi gerekmektedir.

TCK’nın 233. maddesinin gerekçesine göre; aile hukukundan kaynaklanan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün kapsamını, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre belirlemek gerekmektedir. Aile hukuku, Türk Medeni Kanunu’nun ikinci kitabının konusudur; burada da “Hısımlık” başlıklı İkinci Kısım’ın, “Aile” başlıklı İkinci Bölüm’ünde “nafaka yükümlülüğü”, “ev düzeni” ve “aile malları” konuları düzenlenmektedir. Bu doğrultuda sonraki başlıklarda aile hukukundan kaynaklanan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüklerinin kapsamı ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Bakım Yükümlülüğü

Kanun koyucu, 233. maddenin gerekçesinde yükümlülüklerin kapsamının belirlenmesi noktasında, Türk Medeni Kanunu’na yollama yapmıştır. Bakım yükümlülüğü konusundaki düzenleme de doğrudan olmamakla birlikte Türk Medeni Kanunu’nun nafaka yükümlülüğünün hüküm altına alındığı 364. maddesinin 3. fıkrasında yer almaktadır. Buna göre; “Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır”. Bu düzenlemeden hareketle eşlerin birbirine karşı ve anne ve babanın çocuklarına karşı, bakım yükümlülüğü olduğu tespitinde bulunulabilir. Benzer şekilde Türk Medeni Kanunu’nun 327. maddesinde de, çocuğun bakım ve eğitim giderlerinin nasıl karşılanacağı konusu hüküm altına alınmıştır. Buna göre; “Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır. Ana ve baba yoksul oldukları veya çocuğun özel durumu olağanüstü harcamalar yapılmasını gerektirdiği takdirde ya da olağan dışı herhangi bir sebebin varlığı halinde, hakimin izniyle çocuğun mallarından onun bakım ve eğitimine yetecek belli bir miktar sarf edebilirler”. Dolayısıyla söz konusu düzenleme ile çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderlerin anne ve baba tarafından karşılanması öngörülmüştür. Görüleceği üzere burada da çocuğun bakımının karşılanması noktasında, anne babaya yüklenen bir yükümlülük bulunmaktadır. Bu yükümlülük bakımından çocuğun evlilik içi veya dışında doğmuş olmasının, eşlerin ortak çocuğu olup olmamasının da bir önemi bulunmamaktadır .

Kanun koyucu bu yükümlülüğün süresini de Türk Medeni Kanunu’nun 328. maddesinde düzenlemiştir. Buna göre; “Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder”. Ancak çocuğun özel durumu, örneğin sağlık problemleri nedeniyle ergin olmasına rağmen çalışamayacak durumda olması gibi hallerde, çocuğun ergin olmasından sonra da devam edeceğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Aksi halde, yoksul duruma düşecek eski eş için herhangi bir süre sınırlaması olmaksızın bakım yükümlülüğü devam ederken; özel durumu nedeniyle kendisine bakamayacak durumda olan çocuk için bu yükümlülüğün ergin olmayla birlikte sona erecek olması gibi ne hukuken, ne de vicdanen kabul edilebilecek bir tablo ortaya çıkacaktır.

Eğitim Yükümlülüğü

Türk Medeni Kanunu m.340 uyarınca, anne ve babanın çocuğu olanaklarına göre eğitmeleri öngörülmüştür. Eğitim yükümlülüğü, anne babanın ortak çocukları kadar, ortak olmayan çocuklarına karşı da söz konusu olan bir yükümlülüktür.

Medeni hukuk anlamında çocuğun eğitimi, anne baba açısından hem bir hak, hem de bir yükümlülüktür. Zira bu yükümlülük, çocuğa genel bir eğitim verilmesinin yanında, çocuğun genel ahlak ve mesleki eğitiminin de sağlanmasını kapsamaktadır. Bununla birlikte, Türk Medeni Kanunu hükümleri bağlamında çocuğun zorunlu eğitiminin söz konusu olduğu hallerde, bu eğitimin sağlanması, bakım yükümlülüğü kapsamında değerlendirilirken; zorunlu eğitim dışında bir eğitim söz konusu olduğunda ya da eşlerden birinin bir kursa gitmek istemesi halinde, bu eğitimin sağlanması destek olma yükümlülüğü kapsamında görülmektedir. Bu doğrultuda eğitim yükümlülüğüne, ihlali suç teşkil eden yükümlülükler arasında yer verilmesine ve bu yükümlülüğün içeriğinin belirlenmesi için Türk Medeni Kanunu’na yollamada bulunulmasına rağmen; bu Kanun’a bakıldığında bağımsız bir eğitim yükümlülüğünün olmadığı; bu yükümlülüğün eğitimin zorunlu nitelikte olup olmamasına bağlı olarak bakım ve destek olma yükümlülükleri kapsamında değerlendirildiği görülmektedir. Dolayısıyla Türk Ceza Kanunu’nun 133. madde düzenlemesinde bağımsız olarak eğitim yükümlülüğüne yer verilmese dahi; bu yükümlülüğün ihlali bakım ya da destek olma yükümlülüğün ihlali kapsamında değerlendirilerek failin cezalandırılması imkanı bulunmaktaydı.

Bu kapsamda tartışılması gereken bir başka husus da, okul öncesi eğitiminin eğitim yükümlülüğü kapsamında görülüp görülemeyeceğidir. Okul öncesi eğitimi, her ne kadar kanun hükmü gereği zorunlu eğitim kapsamında görülmese de, yukarıda da ifade edildiği üzere, zorunlu eğitim dışındaki eğitimin sağlanması da destek olma yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmektedir. Bu nedenle bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi yani okul öncesi eğitimin anne baba tarafından sağlanmaması halinde, bu durum da somut olayın koşulları dikkate alınarak TCK’nın 233. maddesi anlamında destek olma yükümlülüğünün dolayısıyla aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali suçu kapsamında değerlendirilebilecektir.

Destek Olma Yükümlülüğü

Destek olma yükümlülüğü, Türk Medeni Kanunu anlamında yardım yükümlülüğü anlamına gelmekte ve Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesinin 3. fıkrasında ve 186. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenmektedir. Buna göre; eşler birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak, yardımcı olmak (m. 185/3); evlilik birliğinin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıklarını koymak durumundadırlar (m. 186/3). Bu doğrultuda yardım veya destek yükümlülüğünün maddi ve manevi destek olmak üzere iki yönünün olduğu kabul edilmektedir. Manevi destek yükümlülüğü kapsamında yerine getirilmesi gereken davranışlar olarak karşımıza eşlerin birbirlerini teselli etmeleri, öğüt vermeleri, sadakat göstermeleri; hasta olan eşin tedavisi sırasında diğer eşin yanında olarak destek vermesi; birbirlerinin hayatlarına ilişkin bilgileri ve sırları, üçüncü kişilere karşı korumaları çıkmaktadır. Bu yükümlülüğün maddi yönü kapsamında ise eşlerden birinin aile giderlerine katılma payının olağanüstü hallerde, öngörülemeyen nedenlerle azalması veya mümkün olamaması hallerinde, diğer eşin kanunun ya da sözleşmenin öngördüğünün ötesinde aile giderlerine katılması gibi durumlar kalmaktadır. Eşin yokluğu halinde, diğer eşin onun menfaatlerini koruyacak hareketlerde bulunması da yardım yükümlülüğü kapsamında görülmektedir.

TMK m.364 anlamında eşlerin birbirlerine ve çocuklarına karşı söz konusu olan nafaka yükümlülüğü de, öğreti tarafından destek olma yükümlülüğü kapsamında görülmektedir. Ancak nafaka yükümlülüğünün, bakım nafakası ve yardım nafakası olmak üzere iki türü bulunmaktadır. Bakım nafakası, sadece eşlerin birbirlerine karşı ve anne babanın çocuklarına karşı söz konusu olan bir nafaka türüdür. Bakım nafakasına göre daha mesafeli bir nafaka türü olan yardım nafakası, anne babadan çocuklara karşı olduğu gibi, çocuklardan anne babaya karşı da geçerlidir. Bunun dışında alt soy üst soy arasında yani büyük anne, büyük babalarla torunlar arasında ve yine refah içinde bulunmak koşuluyla kardeşler arasında da yardım nafakası söz konusu olabilmektedir. Anne baba açısından asıl olan bakım nafakasıdır; ancak bakım nafakası sona erdikten sonra tali nitelikte olan yardım nafakası yükümlülüğünün ortaya çıkması söz konusu olabilir. Yardım nafakasının talep edilebilmesi için, kişinin yardım edilmemesi halinde yoksulluğa düşme tehlikesinin bulunması gerekir. Eşlerin birbirlerine karşı ve anne babanın çocuklarına karşı ödemekle yükümlü tutulabilecekleri nafaka türü, görüldüğü gibi “bakım nafakası” kapsamına girmekte ve yine TMK m.364/3’te “eş ile ana ve babanın bakım borçları”ndan söz edilmektedir. Dolayısıyla eşlerin birbirlerine ve anne babanın çocuklarına karşı ödemekle yükümlü oldukları bakım nafakalarının “bakım yükümlülüğü” kapsamında görülmesi ve bu yükümlülüğe aykırılığın da bakım yükümlülüğünün ihlali kapsamında görülerek TCK m.233/1’in ihlali olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Nafaka Ödenmemesi TCK md. 233 Kapsamında Suç Mudur?

TMK m.364 düzenlemesi uyarınca alt soy, üst soy ve kardeşlerin nafaka yükümlülüğü bulunmakla birlikte, bu yükümlülüğün yerine getirilmemesinin TCK m.233/1 anlamında suç teşkil etmesi için öncelikle bu kişiler hakkında bir nafaka davasının açılmış olması ve yargılamanın sonunda da bu kişilerin nafaka ödemesine hükmedilmiş olması gerekmektedir. TMK m.364’de sayılan kişilere açılacak nafaka davasında gözetilecek sıra ise, TMK m.365/1’de hüküm altına alınmıştır. Buna göre; nafaka davası, mirasçılıktaki sıra gözetilerek açılacaktır. Dolayısıyla ilk sırada talepte bulunanın alt soyu, ikinci sırada anne ve babası, üçüncü sırada refah içinde bulunmaları koşuluyla kardeşler ve son sırada da büyük anne ve büyük babalar yer alacaktır. Bu doğrultuda hala, teyze, amca, dayı, kuzen ya da yeğenlerin nafaka yükümlülükleri bulunmadığı da söylenmelidir.

Bu doğrultuda, failin nafaka yükümlülüğünü ortadan kaldırmak amacıyla meskenini değiştirmesi, başkalarının borçlarını üstüne alması, malvarlığını kötüleştiren hareketler yapması gibi durumlar hazırlık hareketi kapsamında görülüp cezalandırılmazken; Yargıtay nafaka ödemesine imkan verecek mirasın alınmaması ya da miras payının değiştirilmesi gibi hareketleri suçun icra hareketi olarak değerlendirmektedir.

Netice

Suçun tamamlanması için, bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün ihlal edilmesi yeterli görülmüş; bu ihlalin neticesinde tehlike veya zarar şeklinde bir değişikliğin meydana gelmesi aranmamıştır. Bu nedenle suç neticesi itibariyle soyut tehlike suçu niteliğindedir. Bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün ihlal edilmesi; suçun diğer unsurlarının da karşılanması kaydıyla failin söz konusu suçtan dolayı sorumlu tutulması için yeterli olacaktır. Yine suç, soyut tehlike suçu niteliğinde olduğundan bu yükümlülük ihlalleri sonucunda, bir tehlike veya zararın ortaya çıkması halinde, hakimin hareket ya da hareketler ile zarar veya tehlike şeklinde ortaya çıkan netice arasında nedensellik bağı kurmak gibi bir sorunu bulunmamaktadır.

Kanun koyucu, bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün ihlalinin dış dünyada bir değişiklik, bir tehlike yaratmasını aramamış olmakla birlikte; failin yükümlülük ihlalinin suç teşkil etmesi için, bu ihlalin suçla korunan hak ve menfaat açısından genel olarak bir tehlike yaratmaya uygun ve elverişli olması gerekir. Aksi halde, suçla korunan hak ve menfaat açısından tehlike yaratmaya dahi elverişli olmayan hareketler cezalandırılmış olur ki, bu da ceza hukukunun varlık nedeniyle ve son çare olma özelliğiyle bağdaşmaz. Hareketin, suçumuz açısından yükümlülük ihlalinin, suçla korunan hukuki değer açısından tehlike yaratmaya elverişli olup olmadığı, hakim tarafından yapılacak soyut ve objektif bir denetimin sonucunda tespit edilecektir.

TCK md. 233/1 Manevi Unsur

Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suçu, TCK’nın 233. maddesinin 1. fıkrasında kasten işlenebilecek bir suç olarak düzenlenmiştir. Failin söz konusu suçtan sorumlu tutulabilmesi için, aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediğini bilmesi ve bu yükümlülükleri yerine getirmemeyi istemesi gerekmektedir. Suç kasten işlenebilecek bir suç olarak düzenlendiğinden suçun oluşması bakımından failin bu yükümlülükleri neden yerine getirmediğinin kural olarak bir önemi bulunmamaktadır. Ancak faildeki saik veya amaç, TCK m.61 uyarınca somut cezanın belirlenmesi noktasında hakim tarafından göz önünde bulundurulabilir.

Aile hukukundan doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi noktasında faildeki saik veya amacın kural olarak bir önemi olmamakla birlikte, söz konusu suçtan sorumluluğun doğması için failin bu yükümlülükleri yerine getirme imkanına sahip olmasına rağmen, yükümlülükleri yerine getirmemeyi tercih etmiş olması gerekir. Dolayısıyla failin zaten fiilen bu yükümlülükleri yerine getirme olanağı yoksa, söz konusu suçtan da sorumluluğu doğmayacaktır. Yargıtay da, failin yükümlülükleri yerine getirme olanağının olmadığı hallerde, manevi unsurun yokluğundan hareketle sanıkla ilgili beraat kararı verilmesi gerektiği görüşündedir.

Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali suçu, kasten işlenebilen bir suç olarak düzenlendiğinden olası kastla da işlenmesi mümkündür. Bu doğrultuda failin aile hukukundan doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini öngörmesine rağmen, bu durumu kabullenerek ya da olursa olsun diyerek hareketsiz kalmaya devam ettiği hallerde de suçun oluştuğu kabul edilmelidir.

Yine suçun taksirli şekline kanunda yer verilmediğinden, aile hukukundan doğan yükümlülüklerin tedbirsizlik, dikkatsizlik, özensizlik neticesinde yerine getirilemediği hallerde, failin bu suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.

TCK md. 233/1 Hukuka Aykırılık Unsuru

Bu suç tipiyle ilgili olarak uygulama alanı bulabilecek ilk hukuka uygunluk nedeni olarak akla ilgilinin rızası gelmektedir. Buna göre; aile hukukundan doğan yükümlülüklerin, bu yükümlülüklerin alacaklısı konumunda olan kişinin rızası ile yerine getirilmemesi durumunda, gösterilen rıza, yükümlülük ihlalinin hukuka uygun hale gelmesi sonucunu doğurur. Ancak ilgilinin rızasının hukuka uygunluk sonucunu doğurması için TCK m.26 uyarınca, bu hakkın kişinin üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği bir hak olması ve kişinin rıza açıklama yeteneğine sahip olması gerekmektedir. Bu doğrultuda yükümlülüğün ihlali durumunda kişinin hayatı tehlikeye girecekse ya da sağlığı bakımından ağır veya kalıcı bir hasar ortaya çıkacaksa, o kişinin gösterdiği rıza hukuken geçerli kabul edilmeyecektir. Aynı şekilde zorunlu eğitim çağında olan bir çocuğun, velilerinin eğitim yükümlülüğünü yerine getirmemesine gösterdiği rıza da, koşullarının karşılanmaması nedeniyle ilgilinin rızası hukuka uygunluk nedeni kapsamında görülerek; yükümlülük ihlalinin hukuka uygunluğu sonucunu doğurmayacaktır.

Yine bu kapsamda Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ya da Ceza Muhakemesi Kanunu gibi kanunlarda öngörülen tedbirlerin uygulanması nedeniyle, aile hukukundan doğan yükümlülüklerin yerine getirilemediği hallerde, kanun hükmünün yerine getirilmesi hukuka uygunluk nedeni de bu suç bakımından uygulama alanı bulabilir.

Bu kapsamda uygulanabileceği ileri sürülen bir diğer hukuka uygunluk nedeni de zorda kalma ya da zaruret hali hukuka uygunluk nedenidir. Bu kapsamda örneğin iflas etmemek için aile hukukundan doğan yükümlülüklerini yerine getirmek yerine borçlarını ödeyen bir kişinin söz konusu suç bakımından zorda kalma hukuka uygunluk nedeninden yararlanabileceği ileri sürülmektedir. Ancak zorda kalma hukuka uygunluk nedeninin söz konusu olması için tehlikenin yönelik olduğu hakla, failin korunma hareketiyle zarara uğratılan hak arasında bir orantı olması gerekmekte; bu haklar karşılaştırıldığında korunan değerin, zarar verilen değerden üstün bir değer olması gerekmektedir. Bu doğrultuda söz konusu örnek üzerinden gidecek olursak korunan hak iflasın engellenmesi suretiyle malvarlığı üzerinde sahip olunan haklar iken; yükümlülüklerin yerine getirilmemesi suretiyle zarar verilen hak, örneğin zorunlu eğitim çağındaki engelli bir çocuğun özel okul taksitleri ödenmeyerek okuldan atılmasına sebebiyet verilmiş ise ya da almakta olduğu özel tıbbi bakım sonlandırılmış ise, eğitim ya da sağlık hakkı olacaktır. Bu durumda da korunan ve zarar verilen hak arasında bir denge bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, bu yükümlülüğü yerine getirmeyen failin, zorda kalma hukuka uygunluk nedeninden yararlanması da söz konusu olamayacaktır.

Suçun Özel Görünüş Şekilleri

Teşebbüs

Suçun oluşması için bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün ihlali arandığından yani saf veya gerçek anlamda ihmali bir suç olarak düzenlendiğinden suç, fail tarafından aile hukukundan doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi, ihmal edilmesi ile tamamlanmaktadır. Failin bu yükümlülük ihlalinin, zarar veya tehlike şeklinde bir netice oluşturması aranmamaktadır. Bu düzenleme ve TCK m.35 uyarınca getirilen teşebbüs tanımında failin doğrudan doğruya “icra hareketleri”ne başlamasına bir unsur olarak yer verildiğinden, bu suçun teşebbüse elverişli olmadığı kabul edilmelidir1.

İştirak

Suç, aile hukukundan kaynaklanan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından işlenebileceğinden faili bakımından özgü suç durumundadır. Özgü suçlara yönelik olarak iştirakte bağlılık kuralının düzenlendiği, TCK m.40/2’ye göre; özgü suçlarda ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi suçun faili olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulabilirler. Bu düzenleme uyarınca, aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğü bulunmayan kişilerin, bu suça birlikte ya da müşterek fail sıfatıyla iştirak etme imkanı bulunmamaktadır; bu kişiler, sadece azmettiren ya da yardım eden olarak suça katılabilirler. Bununla birlikte anne babanın aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerini birlikte yerine getirmedikleri durumlarda, müşterek fail olarak sorumluluklarına gidilebilmesi mümkündür.

İçtima

Aynı mağdura karşı, aynı suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda birden fazla kereler bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün ihlal edilmesi halinde, örneğin nafaka alacaklısına birden fazla kereler nafaka ödenmemesi ya da çocuğun okul taksitlerinin birden fazla kereler ödenmemesi gibi, bu durum, TCK m.43/1 uyarınca zincirleme suç kapsamında değerlendirilebilir.

Yine aile hukukundan doğan yükümlülük birden fazla kişiye karşı söz konusu ise, örneğin birden fazla çocuk için hükmedilmiş olan bir iştirak nafakası söz konusu ise, bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi ile aynı suç, birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmiş olacağından, bu durum TCK m.43/2 kapsamında zincirleme suç olarak değerlendirilebilecektir.

Bakım veya destek olma yükümlülüğünün ihlali, muhataplarına eza vermek amacıyla sürekli ve kasıtlı bir hal almışsa, örneğin eşini boşanmaya ikna etmek amacıyla eve her gece sabaha karşı ve içkili olarak gelen ve ailesinin ihtiyaçlarını gidermeyip, onlarla ilgilenmeyen bir kişinin eylemi, hem TCK m.233/1 anlamında bakım veya destek olma yükümlülüğünün ihlali; hem de TCK m.96 anlamında eziyet suçu kapsamında değerlendirilebilir. Bu durumda ortaya çıkan sorun, TCK m.233/1 ile TCK m.96 arasında fikri içtima kurallarının uygulanması suretiyle çözülecektir.

Yükümlülüklerin ihlalinin aynı zamanda TCK m.232/1 anlamında aile efradına kötü muamele suçunu ya da TCK m.232/2 anlamında disiplin yetkisinin kötüye kullanılması suçunu oluşturması da mümkündür. Bu durumda ortaya çıkan sorunun, TCK m.232/1 ya da TCK m.232/2 ile TCK m.233/1 hükümleri arasında fikri içtima kurallarının uygulanması suretiyle çözülmesi önerilmektedir. Bununla birlikte aile hukukundan doğan bakım, eğitim, destek olma yükümlülüklerinin ihlaline şiddet teşkil eden eylemlerin eşlik etmesi halinde Yargıtay, failler hakkında hem TCK m.233/1, hem de TCK m.232/1’den hüküm kurulması gerektiği kanaatindedir.

TCK md. 233/1 Şikayete Tabi Midir?

TCK’nın 233. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün ihlali suçunun takibi şikayete bağlıdır. Dolayısıyla söz konusu suçtan dolayı soruşturma ve kovuşturma makamlarının harekete geçebilmesi için, suçtan zarar görenin yani bu suç bakımından bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün alacaklısı konumunda olan kişinin şikayetçi olması gerekmektedir. Şikayet hakkı, TCK’nın 73. maddesinde öngörülen süreler içerisinde, CMK’nın 158. maddesinde öngörülen prosedüre uygun olarak kullanılmalıdır.

Bu suçtan dolayı açılacak olan davalarda görevli mahkeme de, Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 11. maddesi uyarınca asliye ceza mahkemesidir.

Aile Yükümlülüklerinin İhlali Suçunun Cezası (TCK md. 233/1)

TCK’nın 233. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün ihlali suçu karşılığında bir yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Söz konusu düzenlemede, suç karşılığında uygulanabilecek hapis cezasının üst sınırı belirlenmişken; alt sınıra ilişkin açık bir düzenleme yer almamaktadır. Bu durumda fail hakkında hükmedilebilecek hapis cezasının alt sınırının belirlenmesi için, TCK’nın 49. maddesinin 1. fıkrası göz önünde bulundurulmalıdır. Söz konusu düzenlemede de, süreli hapis cezasının kanunda aksi belirtilmeyen hallerde bir aydan az olamayacağı düzenlemesi yer aldığından, bir ay hapis cezası bu suç karşılığında uygulanabilecek olan özgürlükten yoksun kılma cezasının alt sınırını teşkil etmektedir.

TCK md. 233 Para Cezasına Çevrilir Mi? HAGB

Yine söz konusu suç bakımından hükmedilebilecek hapis cezası bir yıl veya daha az olmak zorunda olduğundan; bu ceza TCK m.49/2 düzenlemesi uyarınca kısa süreli hapis cezası niteliğindedir ve bu cezanın TCK m.50 uyarınca seçenek yaptırımlara çevrilmesi mümkündür. Yani TCK md. 233 kapsamında kalan bir cezanın adli para cezasına çevrilmesi mümkündür. Ayrıca suç karşılığında öngörülen hapis cezasının süresi, hapis cezasının ertelenmesi ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamında kaldığından, TCK m.51 uyarınca hapis cezasının ertelenmesi veya CMK m.231/5 vd. fıkralarına göre hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararları da verilebilir.

Öte yandan TCK’nın 53. maddesi uyarınca bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün ihlali suçunu işleyen fail, hapis cezasının infazı süresince, velayet hakkından, vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan yoksun bırakılacaktır. Hak yoksunluğu, hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucudur ve mahkumiyet hükmünde gösterilmese dahi otomatik olarak failin infaz süresince velayet hakkından, vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan yoksun kalması sonucunu doğurur. Bununla birlikte fail hakkında hükmedilmiş olan kısa süreli hapis cezasının ertelenmiş olması halinde, TCK m.53/4 uyarınca hak yoksunluğu tedbiri de uygulanmayacaktır.

Gebe Kadını Terk Suçu, Aile Yükümlülükleri İhlali (TCK md. 233/2)

Gebe kadını terk suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 233. maddesinin 2. fıkrası ile hukuk sistemimize dahil olan yeni bir suç tipidir.

TCK md. 233/2 Suçla Korunan Hukuki Değer

Bu suçla korunan hukuki değer, öncelikle gebe kadının maddi ve manevi bütünlüğüdür. Yine ancak annenin ruh ve beden sağlığının yerinde olması halinde, doğacak çocuk da sağlıklı olacağından; bu suç tipiyle ceninin gelecekteki yaşam hakkının da korunduğu kabul edilmektedir. Bu suçla korunan bir diğer hukuki değerin de, gebe olan kadını çaresiz durumda terk etmemekle yükümlü tutulan erkeğin, bu yükümlülüğünü yerine getirmesindeki bireysel ve toplumsal menfaat olduğu da belirtilmektedir.

TCK md. 233/2 Fail ve Mağdur

Suç, kadının evli olması halinde eşi; evli olmaması halinde ise kadınla sürekli birlikte yaşayan ve kadını gebe bırakan erkek tarafından işlenebilecek bir özgü suç olarak düzenlenmiştir.

TCK’nın 233. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen gebe kadının terki suçunun mağduru, gebe eş ya da sürekli birlikte yaşanılan evli olmayan gebe kadındır. Dolayısıyla suç, sadece gebe kadınlara karşı işlenebileceğinden mağduru bakımından da özgü suç özelliği göstermektedir. Suçun mağduru olmak bakımından kadının gebe olması yeterli olup, gebeliğin kaçıncı ayında olunduğunun ya da bu gebeliğin istenmiş olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Madde metni dikkate alındığında gebe kadının evli olması durumunda, eşin terki açısından gebe bırakanın eşin kendisi olmasının aranmadığı görülmektedir. Kadının evli olup olmamasına bağlı olarak, evli olmayan kadınlar söz konusu olduğunda suçun oluşması için terk eden erkeğin kadını gebe bırakan kişi olması aranırken; kadının evli olması halinde onu terk eden eş açısından bu koşula kanun metninde açıkça yer verilmemesinin altında yatan nedeni anlayabilmek güçtür. Burada ilk akla gelen neden, TMK m.285/1 düzenlemesi uyarınca evlilik içi gebeliklerde baba kocadır karinesinin geçerli olması; bu nedenle de kanun koyucunun bu koşulu kanun metninde özel olarak belirtme ihtiyacı duymamış olmasıdır.

Bununla birlikte öğretide evli kadının, eşinden başka bir kişiden gebe kalmış olması halinde, gebe kadını terk eden eşin eyleminin bu madde kapsamında değerlendirilemeyeceği belirtilmektedir. Bu yönde yapılan yorumların nedeninin ne olabileceği düşünüldüğünde, bu durumun evli kadının zina yaptığı anlamına geleceği ve zinanın da Türk Medeni Kanunu m.161 uyarınca bir boşanma nedeni teşkil ediyor olmasından kaynaklı olarak; başkasından gebe kalmış olan eşin terkinin kanun koyucu tarafından haklı bir terk olarak yorumlanması olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

Yine öğretide evli kadın, eşinin dışında bir kişi tarafından gebe bırakılmış ve kendisini gebe bırakan tarafından terk edilmişse, bu terk olgusunun da madde kapsamında değerlendirilemeyeceği belirtilmektedir. Bu değerlendirmelerin yapılmasının altında yatan neden, kadının hali hazırda evli olması nedeniyle çaresiz duruma düşmeyeceği düşüncesi olabilir. Ancak kadın başkasından gebe kaldığı için kocası tarafından terk edilmiş ve aynı zamanda gebe bırakan kişi de kadını terk etmişse? Ya da kadın boşanma sürecinde ve başkasıyla birlikte yaşamaya başlamış ve ondan gebe kalmış; gebe kaldığını öğrenince gebe bırakan kişi kadını terk etmişse ne olacaktır? Kanun metninde “evli olmayan bir kadın” ibaresi geçtiğinden ve verdiğimiz örneklerde, bu kadını çaresiz durumda terk eden kocayı, gebelik kendisinden olmadığı için; gebe bırakan erkeği de kadın başkasıyla evli durumda olduğu için söz konusu maddeden sorumlu tutmak mümkün olmayacak; bu da uygulamada hakkaniyetsiz sonuçların doğmasına neden olabilecektir.

TCK md. 233/2 Maddi Unsur

Hareket

Suçun maddi unsuru, “gebe kadını çaresiz durumda terk etmek”tir. Bu nedenle suç bağlı hareketli ve ihmali suç özelliği göstermektedir.

Terk kavramından ne anlaşılması gerektiği gerekçede ortaya konulmuştur. Buna göre çaresizce terk, gebe kadını her türlü yardımı yapmaksızın ortada bırakmaktır. Öğretiye göre ise çaresizce terk; “kendi ve müstakbel çocuğunun bakımını sağlayabilmek için yeterli parası olan; fakat terk nedeniyle şahsi, ailevi ve psikolojik olarak çok zor durumda kalacak olan eşi bırakıp gitmek”tir. Buradaki terk kavramı da, Medeni Hukuk anlamında “terk” olarak anlaşılmamalıdır. Medeni Hukuk anlamında bir boşanma nedeni olarak kabul edilen terk, sadece evli kişileri kapsamakta ve eşlerden birinin ortak konutu, kasten ve hukuka aykırı olarak devamlı terk etmesini ifade etmektedir.

Terkin mali, maddi ve manevi olmak üzere üç türünün olduğu kabul edilmektedir. Buna göre mali terk, nafaka yükümlülüğünün ihlali anlamına gelirken; mali terke göre daha geniş kapsamlı olan maddi terk, maddi yardım ve gözetim görevlerinin gereği olan yükümlülüklerin ihlali anlamına gelmektedir. Dikkat, özen ve gözetim görevlerinin yerine getirilmemesi ise, manevi terki oluşturmaktadır. Çaresiz durumda terkin gerçekleştiğinin kabul edilebilmesi için, terkin bu üç türünün de yani mali, maddi ve manevi terkin de somut olayda gerçekleşmiş olması gerekmektedir.

Yine öğretiye göre terk sonucunda kişi çaresiz duruma düşmezse suç oluşmayacaktır. Ancak maddenin metnine bakıldığında orada geçen ifade, “hamile olduğunu bildiği eşini veya sürekli birlikte yaşadığı ve kendisinden gebe kalmış bulunduğunu bildiği evli olmayan bir kadını ‘çaresiz durumda’ terk eden kimse”dir. Dolayısıyla katı bir lafzi yorum yapıldığında, çaresizlik durumunun terke bağlı olarak ortaya çıkması aranmamakta; çaresizlik, terk anında mevcut bulunması gereken bir önkoşul olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çaresiz durumda olma ise, kişinin içinde bulunduğu olumsuz durumdan kurtulabilme; kendi olanaklarıyla bu durumdan çıkma imkanının bulunmayışını ifade etmektedir. Dolayısıyla suçumuz açısından gebe kadın, kendi olanaklarıyla, içinde bulunduğu kötü durum ve koşullardan çıkamıyor ise, çaresiz durumda olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca kanunda bu çaresizlik durumunun gebelikten kaynaklanması aranmadığı gibi; maddi ya da manevi bir çaresizlik olması arasında da fark gözetilmemiştir.

Terk anında suçun oluşması için aranan bir diğer önkoşul da, terk edilen kadının gebe olmasıdır. Suçun oluşması için kadının gebeliğinin, erkek tarafından istenmesi gerekmemekte; ancak terk anında kadının gebe olduğunu bilmesi aranmaktadır. Bu doğrultuda kadının gebelik durumu, terkten sonra öğrenilmiş ise failin terk eylemi TCK m.233/2 anlamında suç teşkil etmeyecektir.

Suç, gebe olan eşini veya resmi evlilik birliği bulunmasa da sürekli ve fiili olarak birlikte yaşadığı, kendisinden gebe kalmış olan kadını “terk etmek” suretiyle işlenebileceğinden bağlı hareketli bir suçtur. Yine bu terk olgusu, gebe kadının çaresiz bir şekilde bırakılması; maddi veya manevi yardım göstermeksizin kendi haline bırakılması, bakılmaması ya da ihmal edilmesi şeklinde gerçekleştirilebileceğinden, aynı zamanda ihmali suç özelliği de göstermektedir.

Netice

Kanun koyucu gebe kadını terk suçunun tamamlanması için gebe kadının çaresiz durumda terk edilmesini yeterli görmüş; bu terk sonucunda zarar veya tehlike şeklinde bir neticenin doğmasını aramamıştır. Bu nedenle söz konusu suç neticesi harekete bitişik bir suç ya da soyut tehlike suçu özelliği göstermektedir.

Bu doğrultuda gebe kadının çaresiz durumda terk edilmesinin sonucunda kadının vücut bütünlüğü bakımından bir zarar ortaya çıkarsa ya da cenin hayatını kaybederse, çaresiz durumda terk ile aralarında nedensellik bağının da bulunması kaydıyla, bu durum neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç kapsamında değerlendirilebilir.

TCK md. 233/2 Manevi Unsur

Gebe kadını terk suçu, kasten işlenebilecek bir suçtur. Bununla birlikte kanun metninde, “hamile olduğunu bildiği eşini” veya “kendisinden gebe kalmış bulunduğunu bildiği evli olmayan bir kadını” ifadeleri ile “bilme” unsuruna özel olarak yer verilmiş olduğundan, bu suçun olası kastla işlenebilmesi imkanı bulunmamaktadır. Dolayısıyla fail, eşini ya da sürekli olarak birlikte yaşadığı kadını terk ederken, gebe olduğundan şüpheleniyor ancak olursa olsun diyorsa, suçun bilme unsuru karşılanmadığından, TCK m.233/2’den dolayı sorumluluğuna gidilebilmesi imkanı bulunmayacaktır.

Öte yandan kadın, eşine ya da birlikte yaşadığı erkeğe gebe olduğunu söylemişse, bu erkeğin kadının gebelik durumunu biliyor sayılması için yeterli olacak mıdır sorusunun da yanıtlanması gerekmektedir. Öğretide bazı yazarlara göre kadının kendisinin de gebelik durumu hakkında yanılma ihtimali olduğundan, burada kadının verdiği bilgi yeterli görülmemeli; kadın bu konuda tıbbi bulguları sunduğunda ya da erkek de kadınla birlikte tıbbi usullerle gebelik durumunu tespit ettiğinde bilme unsurunun karşılandığı kabul edilmelidir.

TCK md. 233/2 Hukuka Aykırılık Unsuru

İster evli olsun, ister evli olmasın gebe kadının rızasının varlığı halinde, eşin ya da kadını gebe bırakan erkeğin terki değil, tarafların anlaşarak ayrılması söz konusu olduğundan, bu halde kanuni tipe uygun bir fiilin varlığından söz edilemeyecektir . Dolayısıyla bu halde gebe kadının terki suçu oluşmayacaktır.

Muhakemeye İlişkin Kurallar

TCK’nın 233. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen gebe kadını terk suçu, re’sen takip edilecek bir suçtur. Dolayısıyla söz konusu suçtan dolayı, soruşturma veya kovuşturma makamlarının harekete geçmesi için, terk edilen gebe kadının şikayetçi olması aranmamaktadır. CMK m.160 uyarınca, suçun işlendiğinden ihbar ya da başka bir yolla haberdar olan Cumhuriyet savcısı, kamu davası açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlayacaktır. Bu durum aynı zamanda, ceza muhakemesi hukukumuzda geçerli olan soruşturma mecburiyeti ilkesinin de bir sonucudur.

Bu suçtan dolayı açılacak olan davalarda görevli mahkeme de, Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 11. maddesi uyarınca asliye ceza mahkemesidir.

Gebe Kadını Terk Suçunun Cezası (TCK md. 233/2)

TCK’nın 233. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen gebe kadını terk etme suçu karşılığında üç aydan bir yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Bu suç bakımından hükmedilebilecek hapis cezasının üst sınırı bir yıl olduğundan; bu ceza TCK m.49/2 düzenlemesi uyarınca kısa süreli hapis cezası niteliğindedir ve bu cezanın TCK m.50 uyarınca seçenek yaptırımlara çevrilmesi mümkündür. Ayrıca suç karşılığında öngörülen hapis cezasının süresi, hapis cezasının ertelenmesi ve hükmün açıklanmasının ertelenmesi kapsamında kaldığından, TCK m.51 uyarınca hapis cezasının ertelenmesi veya CMK m.231/5 vd. fıkralarına göre hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararları da verilebilir.

Öte yandan TCK’nın 53. maddesi uyarınca gebe kadını terk etme suçunu işleyen fail, hapis cezasının infazı süresince, velayet hakkından, vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan yoksun bırakılacaktır. Hak yoksunluğu, hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucudur ve mahkumiyet hükmünde gösterilmese dahi otomatik olarak failin infaz süresince velayet hakkından, vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan yoksun kalması sonucunu doğurur. Bununla birlikte fail hakkında hükmedilmiş olan kısa süreli hapis cezasının ertelenmiş olması halinde, TCK m.53/4 uyarınca hak yoksunluğu tedbiri de uygulanmayacaktır.

Aile Yükümlülüklerinden Çocuğun Ahlak, Güvenlik ve Sağlığını Tehlikeye Sokma Suçu İhlali (TCK md. 233/3)

Çocuğun bedensel, zihinsel, ahlaki ve toplumsal gelişiminin sağlanması konusu, Türkiye’nin de tarafı olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 27. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Söz konusu düzenleme ile Sözleşme’ye taraf devletler, her çocuğun bedensel, zihinsel, ahlaksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat seviyesine hakkı olduğunu kabul etmektedirler. Aynı maddenin 2. fıkrasında çocuğun gelişmesi için gerekli hayat şartlarının sağlanması sorumluluğunun, sahip oldukları imkanlar ve mali güçleri çerçevesinde öncelikle çocuğun anne babasına veya çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere düşeceği düzenlemesi yer almaktadır. Ancak söz konusu maddenin devamında yer alan düzenleme ile taraf devletlere, ulusal durumlarına göre ve olanakları ölçüsünde, anne babaya ve çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere, çocuğun bu hakkının uygulanmasında yardımcı olmak amacıyla gerekli önlemleri almak ve gereksinim olduğu takdirde, özellikle beslenme, giyim ve barınma konularında maddi yardım ve destek programları uygulamak yükümlülüğü getirilmiştir. İşte TCK’nın 233. maddesinin 3. fıkrasında getirilen düzenleme, Türkiye’nin tarafı olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan yükümlülüğün yerine getirilmesi niteliğindedir.

TCK md. 233/3 Korunan Hukuki Değer

Bu suç, sistematik olarak Türk Ceza Kanunu’nun Aile Düzenine Karşı Suçlar başlıklı sekizinci bölümünde düzenlendiğinden, aile düzeni söz konusu suç tipiyle korunan bir hukuki değerdir. Maddenin gerekçesine göre de; bu suç, doktrinde manevi terk olarak isimlendirilmektedir; söz konusu düzenleme ile de “ailenin terki” cezalandırılmaktadır.

Bununla birlikte aile düzeninin ötesinde, çocuğun kişiliği, fiziksel ve ahlaki gelişimi de suçla korunan hukuki değerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine bu madde aracılığıyla gençliğin korumasız kalması ile mücadele edildiğinden, madde ile gençliğin de korunduğu kabul edilmektedir183 .

TCK md. 233/3 Fail ve Mağdur

Suç, çocuk üzerinde velayet hakkı olmasa da çocuğun anne ya da babası tarafından işlenebileceğinden, özgü suç niteliğindedir.

TCK’nın 233. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen suçun mağduru, sadece ahlak, güvenlik ve sağlığı tehlikeye sokulan çocuklar olabilir. Çocuk ise, TCK m.6 / 1-b uyarınca henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişileri ifade etmektedir. Bu bağlamda suçun mağdurları, failin velayeti altında bulunan ya da velayet yetkisi kalkmış olsa bile failin çocuğu olan onsekiz yaşından küçük kişiler olabilir. Dolayısıyla bu suç, mağduru bakımından da özgü suç niteliğindedir. Ama madde metninde “çocuklarının” ifadesi geçtiğinden, bu çocuklar, ister evlilik içi, ister evlilik dışı olsun anne veya babanın öz çocuğu olmak durumundadırlar; eşin bir önceki evliliğinden olan çocuklar ve evlatlıklar bu suçun mağduru olamazlar.

TCK md. 233/3 Maddi Unsur

Hareket

Suçun hareketi, maddi ve manevi özen noksanlığıdır. Özen noksanlığı denildiğine göre; failin gerekli özeni göstermemiş olması gerekmekte olup, bu suç da ihmali suç özelliği göstermektedir. Yine kanun metninde bu özen noksanlığının, itiyadi sarhoşluk, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılması ya da onur kırıcı tavır ve hareketlerin sonucunda ortaya çıkması aranmaktadır. Bu nedenle de suç sadece bu hareketler vasıtasıyla işlenebileceğinden ve suçun tamamlanması için bu hareketlerden birinin gerçekleştirilmiş olması yeterli olduğundan, suç bağlı ve seçimlik hareketli suç özelliği göstermektedir. Dolayısıyla maddede sayılan hareketlerden biri yapılmaksızın çocukların ahlak, güvenlik ve sağlıkları ağır şekilde tehlikeye sokulmuşsa TCK m.233/3 düzenlemesinden hareketle failin sorumluluğuna gidilemeyecektir.

Anne ya da babanın maddi ve manevi özen noksanlığının söz konusu olduğu hallerde, hakim müdahalede bulunarak anne ya da babayı çocuklarına gerekli maddi ve manevi özeni göstermeye davet edebilir; gerektiğinde bu özenin gösterilmesini sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alabilir. Bu tedbirlerin neler olabileceği konusunda hakime takdir yetkisi tanınmıştır. Bu gibi durumlarda gerekli tedbirlerin alınması, hakime tanınmış bir yetki olduğu kadar; aynı zamanda hakimin bir ödevidir.

Netice

Suçun oluşması için, maddi ve manevi özen noksanlığı nedeniyle çocukların ahlak, güvenlik ve sağlıklarının ağır şekilde tehlikeye sokulması aranmaktadır. Dolayısıyla çocukların ahlak, güvenlik ve sağlıklarının ağır şekilde tehlikeye sokulması, bu suçun neticesini oluşturmaktadır. Burada suçun tamamlanması için çocukların ahlak, güvenlik ve sağlıkları üzerinde ağır bir tehlikenin oluşması arandığından suç, somut tehlike suçu özelliği göstermektedir.

Madde metninde maddi ve manevi özen noksanlığı sonucunda çocukların “ahlak, güvenlik ve sağlığının” tehlikeye sokulması ifadesine yer verildiğinden ve kavramlar arasında “ve” bağlacına yer verildiğinden, katı lafzi bir yorum yapıldığında suçun oluşması için özen noksanlığına bağlı olarak çocukların ahlak, güvenlik ve sağlıklarının hepsinin birden tehlikeye maruz kalması gerekmektedir. Ancak böyle bir durumun gerçekleşme ihtimali çok düşük olduğundan, bu yönde yapılacak bir değerlendirme, maddeyi uygulanamaz hale getirme riskini taşımaktadır. Bu nedenle madde metninde en kısa zamanda değişikliğe gidilerek, ahlak, güvenlik, sağlık kavramları arasında kullanılan “ve” bağlacının “veya” olarak değiştirilmesi gerekmektedir.

Suçun neticesine ilişkin düzenlemeyle ilgili bir başka sorun yaratabilecek husus, söz konusu tehlikelerin “ağır” nitelikte olmasının aranmasıdır. Bu da çocukların ahlak, güvenlik ve sağlığı açısından ortaya çıkan tehlike, hangi hallerde “ağır” kabul edilecektir sorusunu ve tartışmasını gündeme getirmektedir.

Sağlık bakımından ortaya çıkan tehlike de, hem çocuğun fiziki gelişimi bakımından ortaya çıkan tehlikeleri; örneğin çocuğun normal gelişim prosedürünü gösterememesi durumlarını; hem de ruhsal gelişiminin tehlikeye sokulması hallerini kapsar. Bu bağlamda çocuğun ruhsal gelişiminin tehlikede olup olmadığının değerlendirilmesi noktasında, psikolojik ve pedagojik metotlar uygulanarak bir değerlendirme yapılmalıdır.

Öte yandan anne veya babanın maddi ve manevi özen noksanlığı sonucunda çocukların ahlak, güvenlik ve sağlıkları bakımından tehlike durumu aşılıp, bir zarar ortaya çıkmış ise bu durumda neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hükümleri uygulanarak, faillerin sorumluluğuna gidilebilecektir.

TCK md. 233/3 Manevi Unsur

Madde metninde maddi ve manevi özen noksanlığı nedeniyle ifadesine yer verildiğinden, öğretide suçun manevi unsurunun taksir olduğu değerlendirmeleri yapılmaktadır. Ancak maddi ve manevi özen noksanlığı, yukarıda da açıklandığı üzere suçun hareketini teşkil etmektedir. Bu doğrultuda suçun oluşması için anne ya da babanın maddi ve manevi özen noksanlıkları nedeniyle çocukların ahlak, güvenlik ve sağlıklarını ağır şekilde tehlikeye soktuklarını bilmeleri ve istemeleri gerekmektedir. Dolayısıyla suç kasten işlenebilecek bir suç olarak düzenlenmiş durumdadır. Suç kasten işlenebilecek bir suç olarak düzenlendiğinden, olası kastla da işlenebilecektir. Bununla birlikte kanun koyucu, suçun taksirli şekline kanun metninde yer vermediğinden, özen noksanlığının taksirli olarak ortaya çıkartıldığı ve çocukların ahlak, güvenlik ve sağlıklarının taksirle tehlikeye sokulduğu hallerde fail söz konusu suçtan sorumlu tutulamayacaktır.

TCK md. 233/3 Hukuka Aykırılık

Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un ilgili maddeleri uyarınca, koca hakkında konuttan uzaklaştırma ve çocuklarına yaklaşmama tedbirlerine karar verilmişse, bu kişinin çocuklarına gösteremediği maddi ve manevi özen nedeniyle çocukların ahlak, güvenliği ve sağlığı açısından ortaya çıkan tehlikeler, kanun hükmünün yerine getirilmesi hukuka uygunluk nedeni kapsamında değerlendirilebilecektir.

Bu kapsamda tartışılması gereken bir diğer hukuka uygunluk nedeni de ilgilinin rızasıdır. Acaba çocuğun, anne veya babasının özen yükümlülüğünü yerine getirmemesine gösterdiği rıza, bu yükümlülük ihlalinin hukuka uygun sayılması sonucunu doğurur mu? TCK’nın 26. maddesi uyarınca ilgililerin üzerinde mutlak surette tasarruf edebilecekleri haklarına ilişkin olarak gösterdikleri rıza, fiilin hukuka uygunluğu sonucunu doğurmaktadır. Oysa çocukların, ahlak, güvenlik ve sağlıklarını ağır şekilde tehlikeye sokacak maddi ve manevi özen noksanlıklarına rıza göstermek konusunda rıza ehliyetleri olmadığından ve bu haklar üzerinde mutlak surette tasarruf edilebilecek nitelikte olmadığından, anne veya babanın ya da her ikisinin özen noksanlığının hukuka uygunluğu sonucunu doğurmayacaktır.

Muhakemeye İlişkin Kurallar

TCK’nın 233. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen çocuğun ahlak, güvenlik ve sağlığını tehlikeye sokma suçu, re’sen takip edilecek bir suçtur. Dolayısıyla söz konusu suçtan dolayı, soruşturma veya kovuşturma makamlarının harekete geçmesi için, ahlak, güvenlik ve sağlığı tehlikeye sokulan çocuğun şikayetçi olması aranmamaktadır. CMK m.160 uyarınca, suçun işlendiğinden ihbar ya da başka bir yolla haberdar olan Cumhuriyet savcısı, kamu davası açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlayacaktır. Bu durum aynı zamanda, ceza muhakemesi hukukumuzda geçerli olan soruşturma mecburiyeti ilkesinin de bir sonucudur.

Bu suçtan dolayı açılacak olan davalarda görevli mahkeme de, Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 11. maddesi uyarınca asliye ceza mahkemesidir.

TCK md. 233/3 Suçun Cezası

TCK’nın 233. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen çocuğun ahlak, güvenlik ve sağlığını tehlikeye sokma suçu karşılığında üç aydan bir yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Bu suç bakımından hükmedilebilecek hapis cezasının üst sınırı bir yıl olduğundan; bu ceza TCK m.49/2 düzenlemesi uyarınca kısa süreli hapis cezası niteliğindedir ve bu cezanın TCK m.50 uyarınca seçenek yaptırımlara çevrilmesi mümkündür. Ayrıca suç karşılığında öngörülen hapis cezasının süresi, hapis cezasının ertelenmesi ve hükmün açıklanmasının ertelenmesi kapsamında kaldığından, TCK m.51 uyarınca hapis cezasının ertelenmesi veya CMK m.231/5 vd. fıkralarına göre hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararları da verilebilir.

Öte yandan TCK’nın 53. maddesi uyarınca çocuğun ahlak, güvenlik ve sağlığını tehlikeye sokma suçunu işleyen fail, hapis cezasının infazı süresince, velayet hakkından, vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan yoksun bırakılacaktır. Hak yoksunluğu, hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucudur ve mahkumiyet hükmünde gösterilmese dahi otomatik olarak failin infaz süresince velayet hakkından, vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan yoksun kalması sonucunu doğurur. Bununla birlikte fail hakkında hükmedilmiş olan kısa süreli hapis cezasının ertelenmiş olması halinde, TCK m.53/4 uyarınca hak yoksunluğu tedbiri de uygulanmayacaktır.

Çağrı Ayboğa

Avukat Çağrı Ayboğa, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olup yüksek lisans öğrenimine devam etmektedir. Ayboğa + Partners Avukatlık Bürosu’nun kurucu avukatlarındandır. Ankara Barosu’na kayıtlı olarak dinamik ve tecrübeli ekibiyle avukatlık mesleğini icra etmektedir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Ara