HMK

Derdestlik Dava Şartı (HMK md. 114)

Derdestlik Dava Şartı HMK

Bir Dava Şartı Olarak Derdestlik

Kısaca bir davanın açılmış ve görülmekte olması anlamına gelen derdestlik, bir davanın açılması ile başlayıp şekli anlamda kesin bir hüküm elde edilen zamana kadarki kesiti ifade etmek için kullanılan medeni usul hukukuna ilişkin bir kavramdır. HMK md. 114’de derdestlik kavramı kullanılmamış olsa da “açılmış ve görülmekte olmama” şeklindeki ifade ile aslında derdestlik hüküm altına alınmıştır. Her ne kadar derdestlik kanunda kelime olarak geçmese de gerek doktrinde gerekse de yargı kararlarında halen derdestlik kavramı kullanılmaktadır.

DMCA.com Protection Status

HMK Derdestlik Dava Şartı (HMK md. 114)
HMK Derdestlik Dava Şartı (HMK md. 114)

Genel Olarak Dava Şartları

Dava şartları, davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi ve bu inceleme sonucunda karar verilebilmesi için varlığı veya yokluğu mutlaka gerekli olan şartlardır. HUMK’de dava şartlarına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktaydı. HMK ile ilk kez pozitif düzenlemeye kavuşan dava şartları, bu kanunun 114. maddesinde tek tek nelerin dava şartı olduğu sayılmış ve incelenme usulleri de 115. maddede gösterilmiştir. Ancak HMK md. 114’de sayılan dava şartlarında başka özel kanunlarda da dava şartları düzenlenmiştir. Nitekim md. 114/2’de özel kanunlarda düzenlenen dava şartları saklı tutulmuştur.

Dava şartları, davanın açılabilmesi için gerekli şartları olmayıp, mahkemenin esas hakkında yargılama yapabilmesi için varlığına ya da yokluğuna gerek duyulan şartlardır. Dolayısıyla dava şartları eksik olan bir dava da açılmış sayılacak ve derdest kabul edilecektir. Ancak mahkemenin, davanın esasına yönelik yargılama yapabilmesi için öncelikle dava şartlarının var olup olmadığını araştırması gerekir. Mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit ederse, davanın esasına girerek inceleme yapamaz. Bu durumda davayı dava şartı eksikliğinden, usulden reddetmek zorundadır.

Bir hususun dava şartı olup olmadığını kanun belirlemektedir; dava şartlarına ilişkin hükümler emredici niteliktedir ve aksi kararlaştırılamaz. Dolayısıyla taraflar veya mahkemenin iradesiyle bir hususun dava şartı olmasına karar verilemeyeceği gibi dava şartı olmayan bir husus da dava şartına dönüştürülemeyecektir.

Dava şartları, doktrin tarafından çeşitli sınıflandırmalara tabi tutularak incelenmiştir. Davanın açılması sırasında mevcut olması gereken şartları olumlu; davanın açılması sırasında bulunmaması gereken şartlar ise olumsuz dava şartları olarak sınıflandırılmıştır. Derdestlik ise davanın açılması sırasında var olmaması gereken şartlardan biri olduğundan olumsuz bir dava şartıdır. Zira kanunda “açılmış ve görülmekte olmama” şeklinde ifade edilmiştir.

Dava Şartlarının Çeşitleri

Doktrinde yapılan başkaca sınıflandırmaya göre, dava şartları, genel ve özel dava şartları şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Genel olarak her dava için aranması gereken dava şartları, genel dava şartlarıdır. HMK md.114’de düzenlenen dava şartları genel dava şartlarıdır. Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere HMK md. 114’de  belirtilen  dava  şartlarından  başka  özel  kanunlarda  da  dava  şartları düzenlenmiştir. İşte bu dava şartları da özel dava şartları olarak adlandırılmaktadır. Genel dava şartları ise mahkemeye ilişkin dava şartları, taraflara ilişkin dava şartları ve dava konusuna ilişkin dava şartları şeklinde üç gruba ayrılmaktadır.

Dava şartları konusunda yapılan başka bir sınıflandırmaya göre, dava şartları, hukuksal duruma ilişkin dava şartları ve vakıa durumuna ilişkin dava şartları şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Hukuksal duruma ilişkin dava şartları, mahkemenin hukuku kendiliğinden uygulama görevi olduğundan, taraflarca ispat edilmesi gerekmeyen ve mahkeme tarafından da başkaca bir araştırmaya gerek kalmayan dosya üzerinden tespit edilen şartlardır. Bu şartlar, Türk mahkemelerinin yargı yetkisinin bulunması, yargı yolunun caiz olması, mahkemenin görevli olması ve kesin yetki halleri olarak sıralanabilir. Vakıa durumuna ilişkin dava şartları da kendi içerisinde üçlü ayrıma tâbi tutularak incelenmiştir. Mahkemenin, ayrıca bir araştırma yapmaksızın, dava dosyasının içeriğinden, dava şartlarının varlığının ya da yokluğunun tespit edilebildiği, gider avansı, teminat, vekilin vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun vekâletin mahkemeye sunulmuş olması gibi dava şartları bu ilk gruba girmektedir. Vakıa durumuna ilişkin dava şartlarından ikinci gruba ise ispat gerekliliği olan, taraf ve dava ehliyeti, yasal temsilcinin gerekli niteliğe sahip olması ve hukuki yarar şeklindeki dava şartları girer. Vakıa durumuna ilişkin üçüncü grup dava şartları ise, mahkemenin kendiliğinden yapacağı bir araştırmayla bile dava şartlarının tespitinin zor olduğu, derdestlik ve kesin hükümdür.

Vakıa ve hukuksal duruma ilişkin yapılan sınıflandırmaya benzer nitelikte başka bir ayrım daha yapılmıştır. Buna göre, dava şartlarını, mahkemenin kendiliğinden araştıracağı dava şartları, dosyadan belli olanlar ve taraflarca getirilecek, ispat edilecek olanlar şeklinde üç gruba toplamak mümkündür. Mahkemenin kendiliğinden araştıracağı dava şartları, Türk mahkemelerinin yargı hakkı, yargı yolu, görev ve kesin yetkidir. Dosyadan belli olan dava şartları, davaya vekâlet ve geçerli vekâletname, gider avansının yatırılmış olması ve teminat kararının yerine getirilmiş olmasıdır. Taraflarca getirilecek, ispat edilecek olan dava şartları ise derdestlik ve kesin hükümdür.

Derdestliğin Dava Şartı Olarak Düzenlenmesi

Derdestliğin Dava Şartı Olarak Düzenlenmesi
Derdestliğin Dava Şartı Olarak Düzenlenmesi

Derdestlik, mülga HUMK md. 187/f. 4’e göre bir ilk itiraz olarak düzenlenmişti. Derdestliğim bir ilk itiraz olarak düzenlemesinin sonucunda da, cevap dilekçesi süresi içerisinde ve yalnızca taraflarca ileri sürülebilmekte olup, mahkemece kendiliğinden nazara alınamamaktaydı. Bu durumda tarafların süreyi kaçırmaları ya da bilgisizlikleri sebebiyle hiç itirazda bulunmamaları sonucunda derdest birden çok davanın görülmesine yol açması sebebiyle özellikle de hukuki yarar ve usul ekonomisi ilkelerine aykırılık oluşturacağından yukarıda etraflıca açıkladığımız üzere doktrinde eleştirilmekteydi.

6100 sayılı HMK tasarısının hazırlık aşamasında, derdestliğin ilk itiraz olarak kabul edilmesi konusunda yapılan eleştiriler göz önüne alınarak, derdestlik nihayet HMK md. 114’de dava konusuna ilişkin olumsuz bir dava şartı olarak düzenlenmiştir. Bu değişiklik sonrasında, derdestlik, ileri sürülebilmesi ve verilecek karar itibariyle diğer dava şartlarıyla birlikte HMK md. 115 hükmüne tâbi olmuştur. İlgili maddeye göre, derdestlik, davanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebilir ve mahkeme tarafından kendiliğinden dikkate alınabilir hale gelmiştir. Bu sayede, derdestlik kurumu dava sürecinde daha etkin bir şekilde kullanılabilmektedir.

Derdestliğin İncelenmesi

Derdestliğin Taraflarca İleri Sürülmesi

Derdest bir davanın mevcut olup olmadığını mahkeme kendiliğinden yapacağı araştırmayla karar verebileceği gibi taraflar da ileri sürülebilecektir. Derdestlik iddiasının, sonradan açılan ikinci davanın davalısı tarafından ikinci davanın açıldığı mahkemede ileri sürülmesi gerekir. Ancak derdestlik dava şartı olarak kabul edildiğinden davacının da derdestlik iddiasını ileri sürmesinde bir engel yoktur. Mahkeme kendiliğinden derdestliğin mevcut olup olmadığını yargılamanın her aşamasında denetleyebilecektir. Bunun sonucu olarak da dava şartlarının varlığı veya yokluğu hakkında taraflar lehine usuli kazanılmış hak söz konusu olmadığı gibi tarafların tasarrufları da söz konusu değildir. Dolayısıyla taraflar, görülmekte olan bir davayla, konusu, sebebi ve tarafları aynı olan bir dava açıldığı takdirde, bu ikinci davanın esastan görülmesine muvafakat etseler bile mahkeme kendiliğinden davanın reddine karar verebilecektir.

Dava ile ilgili olsalar bile üçüncü kişilerin, taraf bulunmadıkları bir davada derdestliği ileri sürmeleri mümkün değildir. Zira HMK md. 115’e göre “Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler” görüleceği üzere kanun metninde açıkça “taraf” kavramı kullanılmıştır.

İkinci davanın davalısının, dava ehliyeti mevcut değilse, onun adına derdestliği, kanuni temsilcisi ileri sürebilir. Avukat aracılığı ile takip edilen davalarda ise, tarafların avukatı derdestliği ileri sürebilecektir. Avukatın, müvekkili adına derdestliği ileri sürebilmesi için vekâletnamesinde bu konuya ilişkin özel bir yetkinin mevcut olmasına gerek yoktur.

Derdestlik, kural olarak, HMK’de düzenlenen yargılama usullerinden olan yazılı yargılama veya basit yargılama fark etmeksizin iki haftalık cevap süresi içersinde ileri sürülmelidir. Ancak bu sürenin kaçırılmış olması, derdestlik iddiasının, ileriki aşamalarda ileri sürülemeyeceği anlamına gelmemektedir. Zira HMK md.115/1 uyarınca derdestlik iddiası davanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebilir. Kanun yolları aşamasında dahi ileri sürülmesine bir engel yoktur. Nitekim mahkeme de davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmak zorundadır. Tarafların yapacağı derdestlik iddiasının yazılı bir dilekçeyle ya da duruşma tutanağına geçirilmek suretiyle sözlü olarak yapılmasında sakınca yoktur.

Derdestliğin Mahkeme Tarafından İncelenmesi

Mahkeme, dava şartlarını, dolayısıyla da derdestliği HMK md. 115/1’in kendisine yüklediği sorumluluktan ötürü kendiliğinden dikkate alır ve değerlendirir. Mahkeme derdestliği kendiliğinden inceleyeceğinden bu konuda tarafların talepleriyle ve beyanlarıyla bağlı değildir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere tarafların da derdestliği ileri sürmelerinde bir engel yoktur.

Dava şartlarındaki eksiklik, tarafların bu eksikliği kabul etmesiyle veya bu eksiklik konusunda sulh olmak suretiyle anlaşmaları halinde giderilemeyecektir. Taraflar, dava şartının eksik olduğu bir davanın esastan incelenip, hüküm verilmesi için kendi aralarında bir anlaşma yapmış olsalar bile, mahkeme dava şartı eksikliğinden dolayı davayı usulden reddedecektir.

Davacı, derdest olan bir davayı, konusu, sebebi ve tarafları aynı olacak şekilde tekrar açacak olursa, mahkemenin bu ikinci dava hakkında esasa ilişkin karar vermesi mümkün değildir. Derdest bir davanın tekrar açılmış olması halinde, mahkemenin incelemesi esasa ilişkin bir hakkın varlığına veya yokluğuna dair olmayıp, yalnızca ikinci davanın derdestlik sebebiyle reddedilip reddedilmeyeceğine ilişkin olacaktır. Bu inceleme sonucunda açılmış olan ikinci davanın, derdest olan ilk dava ile aynılığı tespit edilecek olursa, mahkeme davanın esası hakkında inceleme yapamayacaktır. Bu bağlamda, derdestlik iddiasında bulunan taraf, davanın esasına değil, davanın kabul edilebilirliğine itiraz eder.

Dava şartlarının dolayısıyla derdestliğin mahkeme tarafından incelenmesinde, HMK md. 115/1’de düzenlenen hükme göre “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup  olmadığını,  davanın  her  aşamasında  kendiliğinden  araştırır.”  Buradaki “kendiliğinden araştırır” ifadesinden ne anlaşılması gerektiği bir takım çelişkiler oluşturmaktadır. Zira bu ifadeye yüklenecek anlama göre, mahkemenin, davanın taraflarının ileri sürmediği vakıaları ve delilleri kendiliğinden araştırıp araştıramayacağı gündeme gelecektir. Bu çelişkinin giderilebilmesi için, kendiliğinden araştırma ilkesi ile taraflarca getirilme ilkesinin ve bu ilkelerin dava şartları bakımından doktrinin yüklediği anlamların incelenmesi gerekmektedir.

Derdestliğin İncelenme usulü

Medeni usul hukukunda, yargılama sonunda verilecek karara dayanak olan vakıalar ve bu vakıaları ispata yarayan delilleri mahkemeye kimin getireceği konusu öğretide tartışmalara yol açmıştır. Bu bağlamda, usul hukuku teorisinde dava malzemelerinin toplanması bakımından tarafların ve mahkemenin nasıl hareket etmeleri gerektiğine ilişkin iki ilke ortaya konulmuştur. Birbirlerinin tam karşıt konumunda bulunan bu ilkeler kendiliğinden araştırma ilkesi ve taraflarca getirilme ilkesi olarak adlandırılmaktadır. Bu ilkeler, mahkemenin somut olayda uygulanacak hukuk normunu belirleyebilmesi için gerekli olan maddi olayların ve bu olayların delillerinin kim tarafından sunulması gerektiğini belirler.

Medeni usul hukukunda, HMK md. 25 uyarınca dava malzemesinin yargılamaya taraflarca getirilmesi kuralı geçerlidir. Bu ilkeye göre, iddia ve savunmanın temelini oluşturan maddi olaylar ile bu olayların kanıtlanması için gerekli olan deliller, taraflar tarafından yargılamaya sunulmalıdır. Taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı yargılamalarda, mahkeme, kural olarak tarafların getirmediği dava malzemesini kendiliğinden dikkate alamaz. Bu ilkenin gereği olarak, mahkemede her iki taraf da iddialarını destekleyecek somut delilleri kendileri sunarak talep ve savunmalarını haklı çıkarmaya çalışmalıdır.

Kendiliğinden araştırma ilkesi, taraflarca getirilme ilkesinin tam karşıtıdır. Kendiliğinden araştırma ilkesi, ilgili dava malzemelerinin mahkemeye sunulması aşamasında tarafların yanı sıra mahkemenin de görevli olmasıdır. Bu ilke uyarınca, mahkeme davanın ispatı için gerekli bütün delillere kendiliğinden başvurabilir. Mahkeme tarafların talepleri ya da ikrarları ile bağlı değildir.

Derdestlik Şartının Mahkemece Kendiliğinden Araştırılması

HMK md. 115 uyarınca dava şartlarının mahkeme tarafından kendiliğinden araştırılır hükmünden ne anlaşılması gerektiğine ilişkin doktrinde farklı görüşler mevcuttur. Bunlardan ilk görüşe göre, dava şartları bakımından kendiliğinden araştırma ilkesinin aynen uygulanacağına ilişkindir. Bu görüşe göre mahkeme, taraflar bir itirazda bulunmasa dahi dava şartlarını incelemek zorundadır. Bu bağlamda, dava şartlarının mevcudiyeti hakkında şüphe duyan mahkeme, kendiliğinden hareket geçerek bir kanaate ulaşabilecektir. Bu sebeple, dava şartları bakımından mahkeme, tarafların talepleri, itirazları ve ikrarlarıyla bağlı olmayacaktır. Diğer yandan, dava şartlarının mevcudiyeti hakkında şüphe duyan mahkeme, yapacağı inceleme ile taraflarca ileri sürülmüş olan vakıalar ile bağlı değildir. Zira mahkeme, dava şartlarının incelenmesi açısından, tarafların ileri sürmediği hususları ve sunmadıkları delilleri de değerlendirebilir. Çünkü dava şartlarının incelenmesi usulü, dava malzemesinin taraflarca getirilmesi ilkesinin istisnasını oluşturur.

Görüşleri değerlendirecek olursak, medeni usul hukukumuzda HMK md.25 uyarınca taraflarca getirilme ilkesi uygulanmaktadır. Ancak bu ilkenin istisnasının olmadığı da söylenemez. Bu ilkenin de istisnası HMK md. 25/2’de “kanunlarda belirtilen durumlar dışında” denilmek suretiyle belirtilmiştir. Bu istisnanın gerekçesini ise bütün hukukumuza egemen olan kamu düzeni düşüncesi oluşturmaktadır.

Derdestlik dava şartının, diğer tüm dava şartları gibi kamu düzenine ilişkin olduğu açıktır. Gerçekten de bu şartın varlık nedeni, mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmesini önleyerek kamu düzeninin sağlanmasıdır. Bunun bir sonucu olarak da dava şartlarının dolayısıyla derdestliğin mevcut olup olmadığının incelenmesinde taraflarca getirilme ilkesinin uygulanması düşünülemez. Ayrıca HMK ile nihayet pozitif bir düzenlemeye kavuşan dava şartlarının nasıl inceleneceğine ilişkin açık bir hüküm bulunması sebebiyle, HMK md. 115 hükmünün md. 25’in istisnasını oluşturacağı açıktır. Bu sebepledir ki, taraflar derdestlik iddiasında bulunmasalar hatta buna ilişkin mahkemeye delilleri sunmasalar dahi, ikinci mahkeme, daha öncesinde derdest bir davanın olup olmadığını kendiliğinden vakıaları ve delilleri araştırabilecektir. Nitekim Yargıtay da vermiş olduğu kararlarda mahkemenin kendiliğinden harekete geçebileceğinden ve mahkemenin tarafların talep ve beyanlarıyla bağlı olmadığını açıkça belirtmiştir.

Derdestlik  İncelenme Zamanı

Dava şartları ve dolayısıyla derdestlik, HMK md.137 düzenlemesinde belirtildiği üzere ön inceleme aşamasında öncelikli olarak incelenir. Bu usul ekonomisi ilkesinin bir gereğidir. Şayet dava şartlarının mevcudiyeti hakkında davanın başında inceleme yapılmazsa ve yargılamanın devamı sırasında bir dava şartının yokluğu tespit edilirse, o zamana kadar yapılan esas hakkındaki incelemeyle fazladan emek, zaman ve masraf harcanmış olacaktır. Ayrıca, dava şartlarından biri olan derdestliğin işlevini yerine getirebilmesi için de en uygun çözüm yöntemi de budur. Zira dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi için ön şartlardır. Bu bağlamda, dava şartları ön inceleme aşamasında incelenecek ve bir dava şartının eksikliği mevcutsa, davanın esastan incelenmesine gerek kalmayacak olup fazladan zaman emek ve masrafın önüne geçilmiş olunacaktır.

HMK md. 138’de “Mahkeme öncelikli olarak dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinde karar verir” şeklinde belirtilerek dava şartlarının öncelikli inceleneceği kanuni düzenlemeye de kavuşmuştur. Ayrıca HMK md.117 hükmüne göre de dava şartlarının ilk itirazlardan önce inceleneceği belirtilmiştir. Buradaki “öncelikle” kelimesinden anlaşılması gereken, mahkemenin dava şartlarının mevcut olup olmadığını dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ve esas hakkında incelemeye başlamadan önce araştırması gerektiğidir. Diğer bir ifadeyle, dava şartları, maddi hukuka ilişkin def’i ve itirazlardan önce incelenecektir. Derdestlik gibi dava şartları yargılamada esasa ilişkin sorunun çözülebilmesi için öncelikle incelenmesi gereken bir sorun olduğundan ön incelemenin konusudur. Ön sorunun ileri sürülmesi ve incelenmesi HMK md. 163-164. Maddesinde düzenlenmiştir. Ancak ön sorunun ileri sürülmesi ve incelenmesi konusunda özel hüküm varsa o hüküm uygulanır. Derdestlik gibi dava şartları için ileri sürülme ve incelenme bakımından HMK md.115 ve 138 gibi özel hükümler olduğu için ön soruna ilişkin hükümler de uygulama alanı bulamayacaktır.

Derdestlik Durumu Her Zaman Dikkate Alınır

Genel kural bu olmakla birlikte dava şartlarının daha sonra, başka bir ifadeyle davanın esası hakkında incelemeye geçildikten sonra dikkate alınmayacağı anlamına gelmez. Dava şartları yargılamanın her aşamasında, hatta kanun yolları aşamasında dahi incelenebilecektir. Zira hukukumuzda dava şartları, dolayısıyla derdestlik, usul hukuku ilişkisinin varlık şartı değil, mevcut bir usul ilişkisinin geçerlilik şartı, yani esas hakkında karar verebilme şartıdır. Dolayısıyla, dava şartlarındaki bir eksikliğin yargılamanın her aşamasında incelenebileceğini kabul etmemek çözümü olmayan problemlere yol açacaktır.

Uygulamada tartışılan bir husus ise, mahkemelerin davanın her aşamasında dava şartlarını kendiliğinden incelemesinin mümkün olduğuna ilişkin HMK md.115 hükmüne dayanarak, mahkeme tarafından dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmeden tensip zaptı ile birlikte derdest bir davanın bulunduğundan bahisle dava hakkında ret kararı verebilmesinin mümkün olup olmadığıdır. Mahkeme her ne kadar, yargılamanın her aşamasında derdestlik nedeniyle davanın usulden reddine karar verebilecek olsa da bu kararı ancak dilekçeler teatisi sonuçlandıktan sonra vermelidir. Zira derdestlik konusunda verilecek kararın, davanın usulden reddedilmesi ihtimali nedeniyle tarafları etkileyeceği açıktır. Bu nedenle, mahkeme tarafından derdestlik ile ilgili karar vermeden önce ve karar verildikten sonra, tarafların hukuki dinlenilme hakkı, konu hakkında bilgilendirilme hakkı ve açıklama yapma hakkı sağlanmalıdır. Bu şekilde, tarafların hakları korunmuş olur ve adil bir yargılama süreci sağlanır. Bu haklar da dava dilekçesi ve karşılıklı cevap dilekçeleri taraflara tebliğ edilmeden başka bir anlatımla dilekçeler teatisi sonlanmadan korunamayacaktır. Anlatılan bu sebeplerle Yargıtay da dilekçeler karşılıklı tebliğ edilmeden tensip zaptı ile birlikte dava şartı noksanlığından dolayısıyla da derdestlik sebebi ile davanın reddedilemeyeceğini belirtmiştir.

Derdestlik  İncelenme Sırası

Derdestlik  İncelenme Sırası
Derdestlik  İncelenme Sırası

Gerek HUMK döneminde gerekse de HMK döneminde dava şartlarının hangi sırayla incelenmesi gerektiğine ilişkin pozitif bir düzenleme mevcut değildir. Dava şartlarının dolayısıyla da olumsuz bir dava şartı olan derdestliğin hangi sırada inceleneceği doktrin tarafından belirlenmiştir. Ancak doktrinde de dava şartlarının hangi sırayla inceleneceğine ilişkin tam bir görüş birliği mevcut değildir.

Dava şartlarının hangi sırayla incelenmesi gerektiği, dava şartlarının belli bir takım ayrımlara tabi tutulmasıyla ifade edilmiştir. Dava şartları, mahkemeye ilişkin, taraflara ilişkin ve dava konusuna ilişkin şeklinde üçlü bir ayrıma tabi tutularak incelenmiştir. Bunlardan mahkemeye ilişkin olan dava şartları; yargı yetkisi (hakkı), yargı yolu, görev ve kesin yetkidir. Taraflara ilişkin dava şartları; iki tarafın bulunması, taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davaya vekâlet ehliyeti, geçerli vekâletname ve dava takip yetkisidir. Üçüncü ve son ayrım olan dava konusuna ilişkin dava şartları ise; hukuki yarar bulunması, kesin hüküm bulunmaması, davacı tarafından gider avansı yatırılması, teminat gösterilmesine ilişkin kararın yerine getirilmesi ve konumuz olan davanın derdest olmamasıdır

Dava şartlarından birinin eksik olması durumunda, ilk eksikliğin tespit edildiği anda, dava, dava şartı eksikliğinden reddedilmeli midir yoksa diğer dava şartları da incelendikten sonra mı reddedilmelidir?

Mahkeme, mahkemeye ilişkin bir dava şartının eksikliğini tespit ederse, taraflara ve dava konusuna ilişkin dava şartlarını incelemeden davayı reddetmemelidir. Bütün dava şartlarını inceleyip eksikliğini tespit ettiği bütün dava şartlarını kararında belirtmelidir. Zira dava şartlarından birinin eksik olması halinde, diğer dava şartları incelenmeden davanın usulden reddi halinde, taraflar ve başta davacı olmak üzere, reddedilen dava şartının eksikliğini giderip yeniden bir dava açabilir. Bu durumda incelenmeyen diğer dava şartlarının eksikliği mahkeme tarafından belirlenmediğinden, davacı diğer eksik dava şartlarına rağmen davayı açacaktır ve mahkeme de tekrar davayı usulden reddedecektir.

Dolayısıyla da emek ve zaman kaybı ortaya çıkacaktır. Mahkemenin diğer dava şartlarını incelemeden ilk tespit ettiği dava şartı eksikliğinden davayı reddetmesi, HMK md. 30’ da düzenlenen usul ekonomisi ilkesi ile uyumlu olmayacaktır.Aynı zamanda bu durumun HMK md. 30’da düzenlenen hâkimin davayı aydınlatma ödevine aykırılık oluşturacağı da belirtilmiştir.

Derdestlik Sonucunda Verilecek Karar

Türk hukuk sistemine göre, dava şartlarının belirlenmesi davanın açıldığı tarihe göre yapılır. Bu sebeple, dava şartlarının davanın açıldığı tarihte mevcut olması gerekir ve mahkeme, dava şartlarının varlığını tespit ettikten sonra esasa ilişkin iddia ve savunmaları değerlendirmeye başlamalıdır. Bu şekilde, mahkeme, davanın açıldığı tarihte var olan dava şartlarının karşılandığını belirledikten sonra, davanın esasına ilişkin iddiaları ve savunmaları değerlendirerek, davanın haklı olup olmadığını araştırmaya başlar.

Mahkeme gerek kendiliğinden gerekse de taraflardan birinin ileri sürmesi üzerine yapacağı inceleme sonucunda kendisinde açılmış davanın öncesinde derdest olduğu kanaatinde olursa davanın esasına giremez. Eğer mahkeme, davada eksik olan dava şartlarının belirli bir süre içinde giderilmesini istediği halde bu gerçekleştirilemezse, dava kabul edilemez nitelikte olduğu gerekçesiyle usulden reddedilir. Bu sebeple, bir dava hem dava şartlarının bulunmamasından ötürü, hem de esas bakımından haklı olmadığı gerekçesiyle reddedilemez. Herhangi bir dava şartının eksikliği durumunda dolayısıyla derdest bir dava tekrar açılırsa, dava usulden reddedilmeyip esas hakkında hüküm verilirse bu hüküm de istinaf edildiği takdirde Bölge Adliye Mahkemesi, HMK md. 353/1-a hükmü uyarınca duruşma yapmaksızın bu  hükmü  kaldırıp,  davanın  yeniden  görülmesi  için  dosyayı  hükmü  veren mahkemeye gönderecektir. Ayrıca bu dava şartı eksikliği istinaf denetiminde de fark edilmeyip temyiz edilecek olursa HMK md. 371/1-b uyarınca mutlak bozma sebebi gündeme gelecektir.

Derdestliğin Tespiti Halinde Verilecek Karar

Derdestlik hakkında karar verecek olan mahkeme, her iki dava da aynı mahkemede açılmışsa, iki dosyayı birlikte inceleyerek açılan davaların, konu, sebep ve tarafları bakımından aynı olup olmadığını inceler. İlk dava başka bir mahkemede açılmış ve halen görülmekte ise; bu halde ikinci davanın açıldığı mahkeme, ilk mahkemeden, davanın taraflarını, konusunu ve dava sebebini öğrenir. İlk mahkemeden verilen cevapta yer alan konu sebep ve taraf gibi unsurları karşılaştırma yaparak, ilk mahkemede açılan dava ile kendisinde açılan davanın aynı olup olmadığını kontrol eder. Mahkeme, davaların aynı olup olmadığına ilişkin yapacağı araştırma sonucunda, davaların aynı olduğu kanaatine ulaşırsa, ikinci açılan davanın dava şartı eksikliğinden usulden reddine karar verir.

İlk davanın derdest olması sebebiyle, ikinci mahkeme tarafından verilecek olan usulden ret kararı usule ilişkin nihai bir karardır. Mahkeme, somut bir uyuşmazlıkta maddi hukuka dayanarak değil, usul hukukuna ilişkin karar alarak nihai kararını verirse, bu durumda usule ilişkin nihai karardan söz edilir. Her ne kadar HUMK döneminde usule ilişkin nihai kararlara doğrudan atıflar olmasa da, HMK ile bu husus kanuni düzenlemeye kavuşmuştur. Özellikle HMK md.115 ve md. 294 doğrudan usule ilişkin nihai kararın varlığından bahsetmiştir. Usule ilişkin nihaî kararlar, esasa ilişkin nihaî kararlardan ayrı özelliklere sahiptir. İlk olarak, usule ilişkin nihaî kararlar, maddî hukuka değil, usul hukukuna dayanılarak verilir. Esasa ilişkin nihaî kararlar (hüküm) davanın esastan reddedilmesi veya kabulüne yöneliktir; ancak usule ilişkin nihaî kararlarda dava, esastan incelenip değerlendirilmez ve bu nedenle davanın kabul edilmesi mümkün değildir. Usule ilişkin nihaî kararlar genellikle, usuli bir eksikliğin ve usul kurallarının ihlalinin sonuçlarını tespit eder (ilk davanın derdest olması gibi). Usule ilişkin nihaî kararlar, usuli bir eksikliğin veya usul kurallarına uyulmamasının sonuçlarını tespit etmekle birlikte, bir şeyin yapılması, yapılmaması veya verilmesine ilişkin hükümler içermemesinden dolayı ilamlı icraya konu edilemez. Kanunumuz, nihaî kararlara karşı tek başına kanun yoluna başvurulabileceğini usule veya esasa ilişkin ayrım yapmaksızın kabul etmiştir. Nihaî kararların özelliği gereği, usule ilişkin nihaî kararlara karşı tek başına kanun yoluna başvurulabilir. Bu tür bir kararın varlığı durumunda, ilgili eksiklik giderildikten sonra tekrar dava açılabilecektir, esasa ilişkin nihaî kararın aksine usule ilişkin nihaî karar, sadece ilgili usul sorunu hakkında kesin bir karar verirken, dava konusu uyuşmazlığın esası hakkında kesin bir hüküm oluşturmamaktadır.

Derdest Davanın Sonradan Anlaşılması

Derdest bir davanın mevcut olup olmadığı kural olarak ön inceleme aşamasında belirlenecektir. Ancak mahkeme, derdest bir dava olmasına rağmen bunu fark etmeyip, taraflar da ileri sürmemişse, davanın esastan incelemesine geçmiş olabilir. Bu durumda her ne sebeple derdest olan ilk dava ortadan kalkmışsa, acaba mahkeme  başlangıçta  derdest  bir  dava  olduğundan  bahisle  davayı  usulden reddedebilecek midir? Dava açıldığı sırada, derdest başka bir dava bulunsa dahi, eğer derdest dava, daha sonra dosyanın işlemden kaldırılması ve yasal süresi içersinde yenilenmemesi yahut davanın karşı tarafının açık rızası ile geri alınması yoluyla açılmamış sayılarak ortadan kalkmış, ilk davadan feragat edilmiş veya ıslahla dava konusu, sebebi değişmişse ya da tarafta iradi değişiklik yapılmışsa başlangıçta bulunan dava şartı eksikliği ortadan kalktığı için dava, başlangıçtaki dava şartı eksikliği nedeniyle usulden reddedilemez. Her ne kadar karşı görüşte olan yazarlar dava şartı eksikliğinin sonradan tamamlanamayacağını ileri sürseler de, bu görüşlerin kabulü mümkün değildir. Zira HMK md.115/3’e göre. “dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.” Kanunun lafzından da anlaşıldığı üzere, açıkça dava şartlarında eksikliğin bulunması halinde, bu eksikliğin sonradan giderilebileceği belirtilmiştir.

Derdest Bir Davanın Varlığına Rağmen Verilen Hüküm

Her iki davanın konuları, sebepleri ve tarafları aynı olmasına rağmen, ikinci davanın açıldığı mahkemede, tarafların ileri sürmemesi, mahkemenin de derdest bir davanın mevcudiyetini kendiliğinden fark etmemesi üzerine her iki dava birbirlerinden bağımsız bir şekilde görülmüş, karara bağlanmış, verilmiş olan bu kararlar kesinleşmiş ve birbirleriyle de çelişki içerisindeyse, bu halde yapılması gereken ikinci kararın iptali için HMK md. 375 uyarınca yargılamanın iadesi yoluna gitmektir. Zira HMK’nin yargılamanın iadesi sebeplerini saydığı md. 375/1-ı hükmünde belirtildiği üzere “Bir dava sonunda verilen hükmün kesinleşmesinden sonra tarafları, konusu ve sebebi aynı olan ikinci davada, öncekine aykırı bir hüküm verilmiş ve bu hükmün de kesinleşmiş olması” açıkça yargılama iadesi sebebi olarak düzenlenmiştir.

Ancak her iki karar da şekli anlamda kesinleşmemişse, başka bir anlatımla her iki karara yönelik kanun yolu incelemesi devam etmekteyse, bu halde gidilen kanun yolu istinaf ise, Bölge Adliye Mahkemesi, hukuka uygun bulduğu karar bakımından istinaf başvurusunun esastan reddine; hukuka aykırı bulduğu karar bakımından ise esastan incelenmeden kaldırılmasına kesin şekilde karar vermelidir. Şayet gidilen kanun yolu temyiz ise, Yargıtay, yanlış bulduğu kararı bozup, doğru bulduğu karar hakkında ise onama kararı verir.

Eğer ilk hüküm şekli anlamda kesinleşmişse ve açılan ikinci dava için kanun yolu istinaf ise, dava şartlarına aykırılık bulunması, ilk derece mahkemesinin kararının, esastan incelenmesine geçilmeden kesin olarak kaldırılması için yeterli bir sebep oluşturur. Bu nedenle, ikinci hüküm, aynı davayla ilgili olarak verilmiş ve kesinleşmiş birinci hüküm ile çelişiyorsa, Bölge Adliye Mahkemesince dava şartlarına aykırılık nedeniyle duruşma yapmadan ikinci hükmün kesin olarak kaldırılması hakkında karar verilmelidir. Başvurulacak kanun yolu temyiz ise, Yargıtay HMK md. 371 uyarınca, ikinci hükmü, kesin hükmün varlığı nedeniyle, dava şartı noksanlığından, her halde bozmak zorundadır.

Özel Bazı Durumlarda Derdestlik

Özel Bazı Durumlarda Derdestlik
Özel Bazı Durumlarda Derdestlik

Çekişmesiz Yargıda Derdestlik

Medeni yargı, çekişmeli yargı ve çekişmesiz yargı olmak üzere ikiye ayrılır. Her iki yargıda da bir ihtilaf veya bir işin mahkemelerce görülüp karara bağlanması amaçlanmaktadır. Çekişmeli yargının faaliyet alanı davalar olmasına karşın çekişmesiz yargıda dava yoktur, buradaki faaliyet çekişmesiz yargı işi olarak adlandırır.

Doktrindeki tartışmalara rağmen, kanaatimizce çekişmesiz yargı işlerinde derdestliğin mevcut olabileceği söylenebilir. Zira HMK md. 385/1 hükmüne göre “niteliğine uygun düştüğü ölçüde”, basit yargılama usulüne ilişkin hükümler, çekişmesiz yargı işlerinde de uygulanır. Bu durumda dava şartlarına ilişkin hükümlerin de HMK’nin 385/1 gereğince çekişmesiz yargı işlerine uygulanması yasal olarak mümkündür. Bunun için işin “niteliğine uygun” düşüp düşmediğinin incelenmesi gerekmektedir.

Derdestliğin dava şartı olarak düzenlenmesindeki amaç, dava konusu, dava sebebi  ve  tarafları  aynı  olan  birden  fazla  davanın  açılmasını engellemektir. Derdestlik dava şartının bir diğer amacı da aynı konuda açılan davalarda çıkması muhtemel birbiriyle çelişkili hükümlerin engellenmesi ve dolayısıyla hukuki güvenliğin sağlanmasıdır. Kaldı ki ilgiliye aynı konuda birden çok dava açma hakkının tanınmasında ilgilinin hukuki yararının bulunduğu söylenemeyeceği gibi, bu durum usul ekonomisi ilkesine de aykırıdır. Zira mahkemelerin aynı çekişmesiz yargı işleriyle meşgul edilmesi, zaman, emek ve masraf kayıplarının ortaya çıkmasına sebep olacaktır.

Bu değerlendirmeler sonucunda çekişmesiz yargı işlerinde, HMK md. 114/1-ı hükmünde düzenlenen derdestlik dava şartının uygulanmasının işin niteliğine uygun ve HMK’nin 385/1 hükmü gereğince mümkün olduğu sonucuna varılmaktadır.

İcra Mahkemelerinde Derdestlik

Birer özel görevli mahkeme olarak sınıflandırılan icra mahkemeleri nezdinde yapılan şikâyet ve itirazın kaldırılması talepleri bakımından da derdestliğin ileri sürülemeyeceği ve mahkemenin derdestlik sebebiyle davayı reddedemeyeceği savunulmuştur. Yüksek Mahkeme kararlarına göre de, İcra mahkemesi ile genel görevli mahkemeler arasında derdestlik ilişkisinden söz edilemez. Zira icra hukuk mahkemeleri dar yetkili mahkemeler olup, şekli anlamda yargılama yaptıklarından ve verdikleri kararlar maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden genel görevli verilip kesinleşen bir kararın bulunması, aynı davanın tekrar açılmasına (HMK m.114/1-i) engel değildir. Ancak henüz kesinleşmeyen ve dolayısıyla derdest olan çekişmesiz yargı işleri ile ilgili aynı davanın açılıp açılmadığına ilişkin kanunda açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu noktada (I) HMK m.388’in kıyas yoluyla uygulanıp uygulanmayacağının ve (II) HMK m.385/1 gereğince davanın  niteliğine  uygun  düşüp  düşmeyeceğinin  değerlendirilmesi  gerekecektir.

  • HMK’nın 388. maddesi, sadece çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararların maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceğini düzenlemiştir. Bu hüküm dava şartına (HMK m.114/1-i) ilişkin değildir. Ancak burada çekişmesiz yargı işlerinde HMK’nın 114/1-i hükmünde düzenlenen dava şartının uygulanmayacağı sonucuna varılmaktadır. HMK m.388’de HMK m.114/1-i hükmünün uygulanmayacağı dahi doğrudan düzenlenmemişken, bunun HMK m.114/1-ı hükmünün uygulanmayacağı şeklinde yorumlanması mümkün değildir. Dolayısıyla HMK’nın 388. maddesindeki düzenlemeden hareketle çekişmesiz yargı işlerinde derdestlik dava şartının (HMK 114/1-ı) aranmayacağı söylenemez.

 

  • HMK’nın 385/1 hükmüne göre niteliğine uygun düştüğü ölçüde, basit yargılama usulüne ilişkin hükümler, çekişmesiz yargı işlerinde de uygulanır. Bu durumda dava şartlarına ilişkin hükümlerin de HMK’nın 385/1 ve 322/1 hükümleri gereğince çekişmesiz yargı işlerine uygulanması yasal olarak mümkündür. Bunun için işin niteliğine uygun düşüp düşmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Derdestlik dava şartında amaç, tarafları, talep sonucu ve dava sebebi aynı olan birden fazla davanın açılmasını engellemektir. Kanun gerekçesinde “Açılmış ve görülmekte olan bir davanın davacısı, hukukî korunma sürecini başlatmıştır. Artık onun aynı davayı yeniden bir başka mahkeme önüne getirmesinde hukuken korunmaya değer güncel bir yararı kalmamıştır; bu bağlamda hukuken korunma ihtiyacı içerisinde bulunmamaktadır ve onun yapacağı tek iş, davanın sonucunu beklemekten ibarettir.” ifadesi ile bu durum dile getirilmiştir. Derdestlik dava şartının bir başka amacı da aynı konuda açılan davalarda çıkması muhtemel farklı hükümlerin ve dolayısıyla hukuki istikrarın sağlanmasıdır.

Çekişmesiz yargı işleri ile ilgili derdest iki davanın yürütülmesi halinde çelişkili kararların çıkma ihtimalinin bulunması, böyle bir durumda üçüncü bir uyuşmazlığın doğacak olması ihtimal dahilindedir. Bu durumda çekişmesiz yargı işlerinde derdestlik dava şartının aranmasının işin niteliğine uygun düşmeyeceği söylenemez. Kaldı ki ilgiliye aynı konuda birden çok dava açma hakkının tanınmasında ilgilinin hukuki yararının bulunduğu söylenemeyeceği gibi, bu durum usul ekonomisi ilkesine de aykırıdır…” (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 31.01.2022 tarih ve 2021/2585 Esas 2022/365 Karar sayılı İlamı ile onanan Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi’nin 15.01.2021 tarih ve 2021/9 Esas 2021/59 Karar sayılı Kararı; Aynı Yönde İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17.H.D. 2021/2234 E., 2022/472 K. https://karararama.yargitay.gov.tr/ Erişim Tarihi: 24.01.2023)

İcra Takiplerinde Derdestlik

İcra takiplerinde derdestlik konusunda 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nda bir düzenleme mevcut değildir. Derdestliğe ilişkin İİK’de herhangi bir pozitif düzenlemenin olmaması derdestliğin icra takiplerinde uygulanabilirliğine ilişkin tartışmalara yol açmıştır.

Bir görüşe göre, derdestliğin söz konusu olabilmesi için teknik anlamda bir davanın varlığı gereklidir. Bu sebeple de icra takiplerinde derdestliğin söz konusu olamayacağı söylenmiştir.

Bizim de katıldığımız bir diğer görüşe göre ise, davada derdestliğin amaçları gözetildiğinde aynı amaçların icra takibi bakımından da geçerli olduğu, bu nedenle HMK’de bir dava şartı olan derdestliğin icra takibi bakımından da bir takip şartı olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Zira alacaklının mevcut bir icra takibi devam etmekteyken aynı alacağı için aynı borçluya karşı ikinci icra takibini başlatması, takip ekonomisi ilkesini ihlal ettiği gibi icra hukukunda da geçerli olan dürüstlük  kuralı  da  ihlal  edilecektir.  İcra  takibinde  derdestliğin  koşulları oluştuğunda, kamu düzenine aykırılık gündeme geleceğinden, icra müdürü derdestliği kendiliğinden denetleyebileceği gibi borçlu da süresiz şikâyet yoluyla ileri sürebilmelidir.

Geçici Koruma Tedbiri Taleplerinde Derdestlik

Doktrinde geçici koruma tedbirlerinden sayılan, ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve delil tespiti gibi taleplerin teknik anlamda dava olmamaları sebebiyle birbirleri arasında derdestlik ilişkisinin kurulamayacağı söylenmiştir.

Her ne kadar ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları teknik anlamda birer dava olmasa da Yargıtay’ın vermiş olduğu kararlarda belirttiği üzere derdestliğin ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerine kıyasen uygulanması mümkündür. Zira aynı tarafların aynı koruma tedbirine ilişkin iki ayrı mahkeme de talepte bulunması HMK md. 29 gereğince dürüstlük kuralına aykırılık oluşturacaktır. Ayrıca aynı taraflara aynı sebebe ve aynı tedbir istemine ilişkin farklı mahkemelerde birden çok talepte bulunulduğu takdirde, mahkemeler birbiriyle çelişik kararlar verebilir. Bir mahkemenin kabul ettiği talebi, diğer mahkemenin reddetmesi halinde bu tedbirin icrasında problemler yaşanacaktır. Nitekim geçici koruma tedbirleri gecikmesinde sakınca bulunan haller için getirilmiş önlemler olup, bir de çelişkili tedbir kararlarının verilmesi, bu tedbirlerin icrasını geciktireceği için tedbirlerin amacına da ters düşecektir. Bu değerlendirmeler sonucunda, kanaatimizce derdestlik geçici koruma tedbirleri bakımından da uygulanmalıdır.

Tahkim Yargısında Derdestlik

Tahkim yargılamasına konu olan bir ihtilafın, tahkimde görüldüğü sırada, aynı ihtilafın, dava açılmak suretiyle mahkemeye taşınması halinde mahkemenin derdestlik bakımından inceleme yapıp yapamayacağı tartışılmıştır.

İlk görüş, bir davanın tahkimde açılıp görülmeye başlanmasından sonra ikinci kez hukuk mahkemesinde açılması halinde, mahkemenin, tarafların itirazı üzerine ya da kendiliğinden davayı dava şartı eksikliğinden reddetmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bu görüşe göre, ilk davanın açıldığı hakem heyeti, her ne kadar ilke olarak devlet tarafından görevlendirilmiş organik yargılama işlevini getiren mahkemelerden değilse de işlevsel açıdan bir hukuk kuralını somut bir olaya yargısal usullere uygun olarak uygulayan tarafsız ve bağımsız bir karar mercii olduğundan ve yargılama süreci içersinde yerine getirdiği işlev dolayısıyla devlet mahkemeleri ile herhangi bir farklılık yaratılmadığından, hakem heyetinde açılmış olan bir davanın ikinci kez hukuk mahkemesinde açılması durumunda derdestliğin incelenebilir olduğu savunulmuştur.

Milletlerarası Derdestlik

Yabancı bir devletin mahkemesinde derdest olan bir davanın tekrar Türk mahkemesinde açılması halinde, Türk mahkemesinde derdestlik nedeniyle davanın dava şartı eksikliğinden reddedilip reddedilmeyeceği tartışmalı bir husustur. Tartışmanın sebebi Türk hukukunda buna ilişki pozitif bir düzenlemenin yer almamasıdır. Doktrindeki hâkim görüşe göre, Türk mahkemelerinde istisnai haller dışında derdestlik nedeniyle davanın reddedilmeyeceğidir. Türk mahkemesince derdestliğin incelenebilmesi, ancak yabancı devlet mahkemesi tarafından verilecek olan hükmün Türkiye’de MÖHUK hükümlerine göre tanınmasının ya da tenfizinin mümkün bulunması şartına bağlıdır. Nitekim Yargıtay da uluslararası anlaşmanın olmadığı durumlarda derdestliği kabul etmemektedir.

Çağrı Ayboğa

Avukat Çağrı Ayboğa, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olup yüksek lisans öğrenimine devam etmektedir. Ayboğa + Partners Avukatlık Bürosu’nun kurucu avukatlarındandır. Ankara Barosu’na kayıtlı olarak dinamik ve tecrübeli ekibiyle avukatlık mesleğini icra etmektedir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Ara