Enflasyon Farkı (Munzam Zarar) Talebi Nedir? Şartları Nelerdir?
Faizle Karşılanamayan Enflasyon Farkı Talebi
Enflasyon farkı, borçlunun temerrüdünde faizle karşılanamayan zarar olarak adlandırılır. TBK m. 122 gereğince munzam (aşkın) zarar olarak istenebilir. Borçlunun temerrüdünden dolayı faizi aşan zararın istenebileceği düzenlenmiş olmakla birlikte somut olayda bir zararın munzam (aşkın zarar) olarak görülüp görülemeyeceği yorum meselesidir. Alacağın elde edilememesinden dolayı bir başka borcunu ödeyemeyen ve kendi alacaklısına tazminat ödemek zorunda kalan alacaklının bu zararını munzam (aşkın) zarar kapsamında isteyebileceğinde tereddüt bulunmamaktır. Tazminat davaları kapsamında asıl olan gerçek zararın giderilmesidir. Bu bağlamda zararın somut olarak ispatlanabildiği durumlarda para borcu alacaklısı temerrüt nedeniyle uğradığı faizle karşılanamayan zararları kolaylıkla elde edebilirken, paranın değer kaybı durumunda bu kaybın munzam (aşkın) zarar kapsamında istenip istenemeyeceği tartışmalıdır. Zararın giderilmesi gerektiğine göre, parasına geç kavuşan alacaklının enflasyonist ortamda bir zarara uğramadığını ileri sürmek ekonominin kurallarını inkar etmek olur.
Enflasyon Farkı veya Munzam (Aşkın) Zarar Nedir? Şartları Nelerdir?
Borçlunun temerrüdünde faizle karşılanamayan zarar, TBK m. 122 gereğince munzam (aşkın) zarar olarak istenebilir. Faizi aşan zarar olması nedeniyle “aşkın zarar” ifadesi bunu en iyi açıklayan ifadedir. Eski Borçlar Kanunu döneminde yaygın olarak kullanılan ve bugün hala kullanımda olan “munzam zarar” da aynı faizle karşılanamayan zararı ifade için kullanılmaktadır.
Türk Borçlar Kanunu m. 122 hükmü gereği, para borçlarında temerrüde düşen borçlu alacaklının temerrüt faiziyle karşılanamayan zararlarını da gidermek zorundadır. Anayasa Mahkemesi son yıllarda önüne gelen bireysel başvurulara ilişkin verdiği bazı kararlarında, alacaklının alacağına geç kavuşması nedeniyle alacağının ekonomik koşullardan dolayı alım gücünün azalmış olması karşısında mülkiyet hakkının ihlal edilmiş olacağı sonucuna varmıştır. AYM’nin görüşü alacağına geç kavuşan alacaklının zararlarının giderilmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Bu da özel hukuk alanında enflasyon farkı veya munzam (aşkın) zarar ile ifade edilebilir. AYM’nin kararlarından sonra, Yargıtay’ın bazı Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu bu konuda farklı kararlar vermiştir.
Enflasyon Farkı veya Munzam (Aşkın) Zarar İstenebilme Şartları Nedir?
Munzam (aşkın) zararın istenebilmesi faizi aşan bir zararın varlığına, borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olmasına ve zarar ile temerrüt arasında nedensellik bağı bulunmasına bağlıdır. Bu üç unsur birlikte gerçekleştiğinde temerrüt faizini aşan zararın giderilmesi istenebilecektir.
Enflasyon Farkı veya Munzam (Aşkın) Zarar Olarak Görülebilecek Zarar
Kanun tüketici ya da örnek kabilinden sayma suretiyle ne tür zararların enflasyon farkı, munzam (aşkın) zarar olacağı konusunda bir düzenleme getirmemiş, genel olarak faizi aşan zararın varlığından bahsetmiştir.
Para borcu vaktinde ödenmediği için, alacaklının bir başkasına sözleşme cezası ödemiş olması, alacağını vaktinde tahsil edememiş olması nedeniyle temerrüt faizinden daha yüksek faizle tüketim ödüncü almış olması, bir fırsatı kaçırması vs. hallerinde enflasyon farkı, munzam (aşkın) zararın varlığından bahsedilebilir. Gene alacaklının alacağını vaktinde tahsil edememiş olması nedeniyle bir başkasına olan borcunu ödeyememesinden dolayı hakkında takibe geçilmiş olması durumunda bu takip nedeniyle uğranılan zararlar da aşkın zarar olarak görülebilecektir.
Bu çalışmamızın eksenini ekonomik koşulların değişmesinden dolayı temerrüt nedeniyle uğranılan zararlar oluşturmaktadır. Bu bağlamda enflasyon nedeniyle paranın alım gücünün düşmesi ve döviz kurlarındaki değişim nedeniyle uğranılan zararların enflasyon farkı, munzam (aşkın) zarar olarak görülüp görülemeyeceği ele alınmalıdır.
Paranın Alım Gücünün Düşmesi
Para itibari değeri olan bir araçtır. Paranın alım gücü ekonomik koşullara göre zamanla değişkenlik gösterebilir. Borçlunun temerrüdünden dolayı alacağına geç kavuşan alacaklının tahsil ettiği paranın ifa zamanında gerçekleşmiş olsa idi sahip olacağı alım gücü ile tahsil edilen tarihteki alım gücünün alacaklı aleyhine değişmesi mümkündür.
Enflasyon farkı, munzam (aşkın) zarar tartışmasında paranın alım gücündeki kayıp açısından normal enflasyon dönemi ve yüksek enflasyon dönemi ayırımı yapılmaktadır.
Normal Enflasyon Dönemleri
Normal enflasyon dönemlerinde paranın değerindeki düşüşün doğrudan giderilmesi gereken bir zarar olarak görülmediği, alacaklı alacağını zamanında elde etmiş olsa idi dahi aynı kaybın yaşanacak olmasından dolayı zarardan bahsedilemeyeceği, ancak alacaklının zararını ispat ederek tazminat isteminde bulunabileceği ifade edilir. Burada alacaklının parayı zamanında elde etmiş olsa idi alacağı bir malı daha ucuza alacağını ortaya koyarak zararını ispat edecektir. Satın alınacak bir malın temerrüt nedeniyle geç satın alınmış olmasından dolayı ortaya çıkan fiyat farkı giderilmesi gereken bir zarardır. Burada alacaklının parayı zamanında elde etmiş olsa idi alacağı önlemlerle bu zararın oluşumunu önleyeceğini ispat etmesi gerekir.
Paranın değer kaybetmesinin bir zarar olarak görülebilmesi için alacaklının malvarlığında azalmaya yol açması gerektiği, zamanında ifa gerçekleşmiş olsa bile paranın alacaklının malvarlığı içinde de değer kaybedeceği dikkate alındığında paranın değer kaybının kural olarak bir zarar oluşturmadığının da söylenebileceği ifade edilmektedir. Gene alacaklının parasına zamanında kavuşması durumunda bunu kazanca çevirebileceği konusunda genel bir yaşam deneyimi bulunmadığı da savunulmaktadır.
Yüksek Enflasyon Dönemi
Borçlunun temerrüdü nedeniyle alacaklının zararını somut olarak ispatlayabildiği durumlarda herhangi bir problem yaşanmaz. Alacaklının uğradığı zararı somut olarak ortaya koyamadığı durumlarda haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin kıyasen sözleşmeye aykırılık hallerine de uygulanacağını belirten TBK m. 114, f. 2 hükmü yollamasıyla TBK m. 50, f. 2 hükmünden yararlanılabilir. Söz konusu hükme göre, “Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler”. Bu kapsamda alacaklının paranın satın alma gücünün düştüğünü ortaya koyması halinde bir zarara uğradığı kabul edilebilecektir. Bu da enflasyon oranlarının, fiyat endekslerindeki değişimlerin sunulmasıyla gerçekleşecektir.
Enflasyon farkı, munzam (aşkın) zararın talep edildiği davada bu verilere dayanılması halinde, bunlar ilgili resmi kurumlardan istenerek dosyaya konulduğunda zarar hesabı konusunda bilirkişi incelemesi yapılmalıdır. Paranın alım gücündeki düşüş özel ve teknik bilgi gerektirdiğinden bu hesaplamayı finans uzmanı bilirkişi yapabilecektir. Çünkü enflasyon oranı paranın değer kaybını hesaplamada tek belirleyici unsur değildir.
Alacaklının yüksek enflasyon döneminde paranın değer kaybından dolayı zarara uğradığının kabulü bir karine olup aksinin borçlu tarafından ispatı mümkündür.
Alacaklının borç zamanında ifa edilmiş olsa idi dahi parayı elinde tutacağı ispatlanabildiği takdirde karinenin çürütüldüğü kabul edilir.
Devalüasyon Nedeniyle Uğranılan Zarar
Devalüasyon ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin azalmasını ifade eder. Ekonomi yönetimi ulusal paranın değerini diğer yabancı para birimi karşısında düşürerek ihracatı destekler ve bununla yurt içine döviz girişinin artması amaçlanır.
Ulusal paranın devalüe edilmesiyle para alacaklısının zarara uğraması söz konusu olabilmektedir.
Salt ulusal paranın devalüe edilmesiyle alacaklı doğrudan bir zarara uğramaz. Devalüasyon ile herkes açısından aynı oranda paranın alım gücünde bir kayıp söz konusudur.
Alacaklının para alacağını zamanında elde etmiş olsa idi belirli bir yatırım yapacağını ispat etmesi halinde devalüasyon nedeniyle oluşan fark zarar olarak istenebilir. Örneğin bir ithalat şirketinin alacağını elde ettiğinde dövize çevireceği söylenebilir.
Devalüasyon nedeniyle uğranılan zararın istenebilmesi için somut olarak zararın ispatını arayan bir görüş de, sürekli devalüasyon yapılan veya ulusal paranın kur karşılığının otomatik olarak düştüğü ekonomilerde durumun farklı olduğunu, bu halde sürekli enflasyon için öngörülen karinenin kabul edilebileceğini belirtmekte, dolayısıyla enflasyon farkı, munzam (aşkın) zararın söz konusu olacağını kabul etmektedir.
Genel Olarak Döviz Kurlarındaki Değişim
Ülke parası dışında başka bir para birimiyle ödeme yapılması kararlaştırılmışsa, sözleşmede aynen ödeme veya bu anlama gelen bir ifade bulunmadıkça borç, ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parasıyla da ödenebilir.
Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça, borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya vade ya da fiilî ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebilir”.
Gerçek olmayan yabancı para borçlarında borçlunun temerrüde düşmesi durumunda alacaklı alacağının aynen veya hangi tarihteki kur onun lehine ise vade ya da fiili ödeme günündeki rayiç üzerinden Türk Lirası olarak ödeme yapılmasını isteme imkanına sahiptir. Bu durumda alacaklının gerek kur atakları gerek devalüasyon durumunda bir zarara uğramayacağı söylenebilecektir. Burada alacaklının takibe geçerken tercihini vadedeki kur üzerinden yapmış olması ve sonrasında bir yaşanan devalüasyon veya kur atağı sebebiyle fiili ödeme tarihindeki kur üzerinden aradaki farkı aşkın zarar olarak isteyip isteyemeyeceği tartışması söz konusu olabilir.
Kusur
Aşkın zarar olarak nitelenebilecek bir zararın varlığı durumunda bunun giderilmesinin istenebilmesi borçlunun temerrüde düşmekte kusuru bulunmasına bağlıdır. Kusurun mutlaka ağır kusur olması gerekmez. Hafif kusurun varlığı da yeterlidir.
Sözleşme sorumluluğuna hâkim olan prensip gereği, alacaklı borçlunun kusurunu ispat etmek zorunda değildir; aksine, borçlu kendi kusursuzluğunu kanıtlamalıdır. Alacaklıya düşen şey, kendi uğradığı zararın varlığını ispat etmektir. Alacaklı, borçlunun temerrüdünden dolayı temerrüt faizini aşan bir zararının bulunduğunu, borçlu ise temerrüde düşmekte kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını kanıtlayacaktır. TBK m. 122, f. 1 hükmü de açıkça “borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür” diyerek bu genel ilkeyi özel olarak da tekrar etmiştir.
Nedensellik Bağı
Alacaklının uğradığı aşkın zarar ile borçlunun temerrüdü arasında uygun nedensellik bağı bulunmalıdır. Nedenselliğin ispatı aşağıda değerlendirme ve eleştiri bahsinde ele alınacaktır.
Enflasyon Farkı veya Munzam Zararın İspatı Nasıl Yapılır?
Öncelikle belirtmek gerekir ki, aşkın zararın giderilmesinin istenebilmesi için zararın varlığı zorunludur. TBK m. 122 hükmü bu zararın nasıl ispatlanacağı konusunda bir düzenleme içermemektedir. Bundan dolayı konu tartışmaları beraberinde getirmektedir. Faizle karşılanamayan bir zararın somut olarak ispatlanabildiği durumlarda genel olarak bir tartışma yaşanmaz iken, alacaklının bir zararının olduğu ekonomi bilimi bakımından ortada iken bunun somut olarak ispatı gerektiğini ileri sürmenin, paranın değer kaybının sonuçlarını alacaklı üzerinde bırakmanın adil bir sonuç doğurmadığı açıktır. Hukukun hedefi adaleti gerçekleştirmektir. Bu ifade hukukçunun pozitif düzenlemeleri görmezden gelmesi anlamına gelmemektedir. Hukuk hakimi kanunu uygulamakla yükümlüdür. Boşluk gündeme geldiğinde hakimin hukuk yaratması söz konusu olacaktır. Aktarılan bir görüşte ortada bir boşluğun bulunmadığı savunulmuştur.
Yasal faiz düzenlemesi Türk Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu (ticari davalar) kapsamında faiz ödenmesi gereken hallerde uygulanacak faiz oranlarını düzenlemiştir. Bu düzenlemelerden hiçbir şekilde faizi aşan zararın istenemeyeceği sonucu çıkmamaktadır. TBK m. 122 hükmü ise açıkça faizle karşılanamayan zararların istenebileceğini düzenlemektedir. Buradan paranın alım gücünde meydana gelen değer kayıplarının istenebilmesinin 3095 sayılı Kanunun yok sayılması anlamına gelmediğini belirtmek gerekir. Mehaz Kanunda Art. 104 OR para borcunda temerrüde düşen borçlunun sözleşmeye göre daha az oranda olsa bile yıllık %5 faiz ödemek zorunda olduğunu düzenlemiştir. Yani İsviçre’de sabit bir faiz oranı düzenlenmiş ve bunun sözleşmedeki faizden fazla olması durumunda dahi uygulanacağını belirtmekle temerrüt faizinin temerrüde düşen borçluyu cezalandırıcı yönü olduğu da vurgulanmıştır. Buradan da aslında temerrüt faizinin belirlenmesinde ekonomik göstergelerin göz ardı edilmediği anlaşılmaktadır.
Paranın alım gücündeki düşüşle alacaklının zarara uğradığı her türlü tartışmadan uzaktır. Sorun bunun ispatı ise bu ispat da ekonomi biliminin referans aldığı verilerle gerçekleştirilebilir. Bazı yargı kararlarında referans alınan enflasyon oranı, TEFE, TÜFE verileri vb. veriler keyfi bir hesaplama olmayıp bilimsel verilerin kullanılmasıyla zararın belirlenmesine yarayan araçlardır.
Gene paranın alım gücündeki düşüş nedeniyle aşkın zararın sözleşmenin diğer tarafının kamu kurumları ya da özel imtiyazla çalışan kurumlar olması durumunda söz konusu olabileceği görüşünün yasal bir dayanağı olmadığı gibi, böylesi bir ayırıma gitmek sorunu sadece küçük bir kesim için çözmek anlamına gelir. Borç ilişkilerinin taraflarını salt bu kurumların oluşturmadığını, bunların işlem hayatında sınırlı bir kesimi oluşturduğu söylenebilecektir.
Yargı Kararlarında Enflasyon Farkı, Munzam (Aşkın) Zarar
Anayasa Mahkemesinin Yaklaşımı
Anayasa Mahkemesi önüne gelen bireysel başvuru dosyalarında son yıllarda verdiği kararlarda konuya ağırlıklı olarak mülkiyet hakkının ihlali penceresinden bakmış ve alacaklının uzun süren yargılamalardan dolayı alacağına geç kavuşmasıyla faizle karşılanamayan zararların olduğunu, bunun mülkiyet hakkının ihlali olduğunu değerlendirmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 2014/2267 sayılı, 21.12.2017 günlü kararı aşkın zararın tekrar tartışmaların odağına girmesine yol açmıştır. Bu bireysel başvuru dosyasında başvuru, “mahkemece hükmedilen alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği” iddialarına dayanmaktadır. Anayasa Mahkemesi öncelikle alacakların mülkiyet hakkı kapsamında olduğunu belirlemiş, ekonomik koşulların temerrüt faizinin çok üstünde gerçekleşmesi durumunda borçluların borçlarını ödemediklerini, yargıdaki iş yükünün arttığını, borçluların yargı sürecini uzatmaya çalıştıklarını, bunun yargıya güveni azalttığını, kendiliğinden hak almanın yaygınlaştığını ve kamu düzeninin bozulmasına yol açtığını belirterek olumsuz bir olguya dikkat çekmiştir.
Anayasa Mahkemesi bu kararında, alacağın geç ödenmesi durumunda geçen süre zarfında enflasyon nedeniyle paranın değerinde meydana gelen hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değerinin azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânının da bulunmadığını, bu yolla kişilerin mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratıldıklarını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında AİHM’nin bazı kararlarına atıfta bulunmuş, AİHM’nin yaklaşımının da bu yönde olduğunu ortaya koymuştur. Anayasa Mahkemesi sonuç itibariyle bireysel başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Yargıtay’ın Yaklaşımı
Anayasa Mahkemesi aşkın zarar konusundaki yaklaşımını ortaya koyduktan sonra Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin bu durumu dikkate alarak görüşünü bu yönde değiştirdiği görülmektedir. Özel Daire ilgili AYM kararı sonrası verdiği bir kararda aşağıdaki şekilde hüküm oluşturmuştur:
“(…) Dairemizce uzun yıllar munzam zararın varlığını davacı alacaklının somut delillerle kanıtlamak zorunda olduğu kabul edilip uygulanmış olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 sayılı başvuru no.lu kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesinin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı göz önünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir”
Kapatılan 18. Hukuk Dairesi (yeni 5. Hukuk Dairesi) kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeniyle aşkın zarar ödetilmesine karar veren yerel mahkeme kararını Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.1996 T., 1996/5-44 E.-1996/1503 K. sayılı kararı ve Özel Daire’nin 22.03.1994 gün ve 1994/2060-3571 sayılı kararına atıfta bulunarak bozmuştur. Özel Daire kararında genel ve soyut nitelikteki enflasyonun ya da banka mevduat faizinin temerrüt faizinden yüksek olmasının aşkın zararın oluştuğu ve kanıtlandığı anlamına gelmeyeceğine, davacının kanıtlaması gereken hususun enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular olmayıp, şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar görüldüğü olgusu olduğuna işaret edilmiştir.
Kararda direnilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu direnme kararını bozmuştur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bozma gerekçesi olarak değişen ekonomik koşulların zaten yasa koyucu tarafından dikkate alınarak 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizi Hakkında Kanun’da düzenleme yapıldığını, faiz düzenlemesinde göz önünde bulundurulan ekonomik koşulların aşkın zararın bilinen kanıtları olarak görülemeyeceği, davaya özgü somut olgulara dayanılması, yani elverişli ve geçerli delillerle zararın ispatlanması gerektiğine işaret etmiştir. Bu karara muhalif kalan bazı üyeler AYM’nin bireysel başvuru kararına atıfta bulunarak borçlunun temerrüdünden dolayı krediye başvurmayıp kendi malvarlığı değerlerini kullanmak zorunda kalan ve bu suretle malvarlığı eriyen alacaklının enflasyon karşısında zarara uğramadığının söylenemeyeceğini, zararın sadece pasiflerin artması olmadığını, aktiflerdeki erimenin de zarar olduğunu, zamanında ifa olsa idi alınabilecek bir değerin alım gücünü aşan artan fiyatlar nedeniyle alınamayacak olmasının da malvarlığında bir azalmaya işaret ettiğini belirtmişlerdir.
Yargıtay 19., 5 ve 13. Hukuk Daireleri de AYM kararı sonrası vermiş olduğu kararlarda ekonomik koşullardaki değişimin aşkın zarar için yeterli olmadığı görüşünü benimsemişlerdir.
(Yar. 19. HD, E. 208/1690, K. 2019/2185, 02.04.2019, Yar. 5. HD, E. 2017/17721, K. 2019/604, 21.01.2019, Yar. 13. HD, E. 2016/10665, K. 2019/6982, 30.05.2019)