DilekçelerMiras Hukuku

Mirastan Mal Kaçırma

Güncel Mirastan Mal Kaçırma 2024 (Muris Muvazaası Tapu İptal Tescil)

Muris Muvazaası,(Mirastan Mal Kaçırma) Nedir?

Muris muvazaası (Mirastan Mal Kaçırma), miras bırakanın, aslında bağışlamak istediği bir mülkü, miras hakkından mahrum bırakmak istediği mirasçıları yanıltmak amacıyla resmi olarak satış veya bakım sözleşmesi gibi farklı bir işlem olarak kaydettirdiği durumu ifade eder. Bu tür durumlar, miras bırakanın gerçek niyeti ile resmi işlem arasındaki çelişki sebebiyle ortaya çıkar ve genellikle mirasçıların adaletsiz bir şekilde mal paylaşımından dışlanmasına yöneliktir.

Mirastan Mal Kaçırma
Mirastan Mal Kaçırma

Muris Muvazaasının Unsurları ve Şartları

Muris muvazaasının varlığının kabul edilebilmesi için temlikin münhasıran mirasçıya yapılmış olması şart değildir. Mirasçı dışında üçüncü kişiye yapılmış temlike yönelik olarak da anılan dava açılabilir.

Yargıtay kararlarında süreklilik gösteren kabule ve ifadeye göre muvazaa; yanların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek iradelerine uymayan bir işlem yapmaları ve görünüşteki bu işlemin kendi aralarında geçerli olmayacağı, yani kendi aralarında hüküm ve sonuç doğurmayacağı hususunda anlaşmalarıdır. Mutlak (adi) ve nispi (mevsuf) muvazaa olarak iki türü vardır.

Mutlak muvazaada yanlar, gerçekten herhangi bir işlem yapmayı düşünmedikleri halde, sırf üçüncü kişilere karşı onları aldatmak amacıyla bir işlem yapmış gibi gözükmek için görünüşte bir işlem yapmaktadırlar. TBK m.19 (BK m.18)’da yalnızca nispi muvazaa hali düzenlenmiştir.

Nispi muvazaada ise, yanların aralarında düzenledikleri bir mukaveleyi kendi iradeleri kapsamına uymayan ve dışa karşı yaptıkları bir başka işlem ile gizleme durumu söz konusudur. Bu tür (nispi) muvazaanın unsurları uygulamada şu şekilde ifade edilmektedir:

a) Görünürdeki işlem,

b) Muvazaa anlaşması,

c) Gizli anlaşma,

d) Üçüncü kişileri aldatma kastı.

Muris muvazaası nispi muvazaa türündendir. Örneğin tapulu bir taşınmaz, satış gibi gösterilip aslında bağışlanmış olursa, bu takdirde görünüşteki satış sözleşmesi yanların gerçek iradelerini yansıtmadığından geçersiz sayılır. Öte yandan gizli sözleşme, yani bağışta TBK m.288/2 (BK m.238/2) hükmünce resmi şekle bağlı olduğundan ve taraf iradeleri bağış konusunda tapu memuru huzurunda birliktelik (uyum) etmediği için gizli sözleşmede geçersiz sayılır. Konuyla ilgili olarak denebilir ki miras bırakanın, mirasçılarından mal kaçırmak için, karşı yanla yapmış olduğu tapulu taşınmazına ilişkin bağışlama akdini bir satış akdi ile gizlemesi halinde nispi muvazaa söz konusudur. Örneğin muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil, yolsuz tescil sayılır. Çünkü tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da iptali gerekir. Muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından, açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu değil; açıklayıcı bir hüküm durumundadır.

Miras bırakanı muvazaalı işlem yapmaya sevk eden olguların neler olabileceği uygulamada şu biçimde ifade edilmiştir: “Miras bırakanı hak ve adaletten uzak bir şekilde temliklere zorlayan nedenler şunlardır:

a) Miras bırakan kimsenin yaşlılığında ve ölümünden kısa süre önce yaptığı temlikler,

b) Erkek çocukların kızlara üstün tutulması,

c) İkinci ya da son eş faktörü,

ç) Zayıf durumda bulunan mirasçının güçlendirilmesi,

d) Miras bırakanın kendisine olumlu yaklaşan kişilere temlikleri,

e) Psikolojik etkenler

Muris muvazaası davasının konusunu tapulu taşınmazlara ilişkin muvazaalı temlikler oluşturur. Ancak 12.02.1941 tarihli ve 29/5 sayılı İBK’ya göre; 743 sayılı Medenî Kanunun yürürlüğünden önce tesis edilmiş gayrimenkul kayıtları hakkındaki muvazaa davası dinlenmez.

Tapusuz taşınmazlar bu tür davanın konusu olmaz. Gerçekten tapusuz taşınmazlar üzerindeki zilyetlikten ibaret olan hakkın devrine ilişkin gizli sözleşme hiçbir şekil şartına bağlı olmadığından geçerlidir. Hukuken taşınır mal niteliğinde sayılan tapusuz taşınmazların muvazaalı biçimde bağış yoluyla devir ve teslim edildiğine yönelik iptal davasının dinlenmesi söz konusu olmaz. HGK’nın 11.06.1976 tarihli ve 2/476-31 sayılı kararında da vurgulandığı gibi; taşınır malların satış şeklinde gösterilen muvazaalı bir sözleşme ile, mirastan mal kaçırmak kastıyla da olsa bağışlanması hukuken geçerlidir. Çünkü taşınır malların satışı ve zilyetliğin devri konusunda Yasada bir geçerlilik şekli öngörülmemiştir. Bu durumda mirasçıların koşulları varsa “tenkis” hükümlerine dayanarak davalının dayandığı adi satış sözleşmesindeki tasarrufun tenkisini dava hakları vardır.

Görünüşteki İşlem

Muvazaalı olan işlem bu işlem olup, taraflar bu işlemle üçüncü kişileri aldatmak, onlara kendi gerçek iradelerine uygun olmayan bir hususu varmış gibi göstermek isterler. İrade ile beyan arasındaki bu uyumsuzluk, irade bozuklukları gibi durumlara dayanan ve bu nedenle istenmeyerek oluşan bir durum olmayıp, taraflarca kasten, yani bilerek ve isteyerek meydana getirilen bir uyumsuzluktur. Bu uyumsuzluk şu şekilde meydana gelir; taraflar görünüşte bir sözleşme yaparak gerçek iradelerini ve amaçlarını gizlerler. Yargıtay içtihatları ve doktrindeki genel kabule göre, işlem kuran tarafların beyanları gerçek iradelerine uymadığı için görünüşteki işlem geçersizdir. Görünüşteki işlemin muvazaa nedeniyle geçersiz olduğunun üçüncü kişilere karşı ileri sürülemeyeceği istisnai durumlar; yazılı borç ikrarı, tapu kütüğüne güvenin korunması ve dürüstlük kuralıdır.

Muvazaa Anlaşması

Tarafların, görünüşteki işlemi sırf üçüncü kişileri aldatmak için yaptıklarına ve kendi aralarında hüküm ifade etmeyeceğine dair yaptıkları anlaşmaya denir. Muvazaa anlaşması, herhangi bir şekil koşuluna bağlı olmayıp, yazılı ya da sözlü herhangi bir şekilde yapılabilir. Hatta görünüşteki sözleşme şekle tabi bir sözleşme olsa bile, muvazaa sözleşmesi bir şekil kuralına tabi değildir. Görünüşteki sözleşmenin şekle bağlı olması halinde muvazaanın, ancak yazılı delil ile ispatlanabileceğine ilişkin kural, muvazaa sözleşmesinin şekli ile ilgili olmayıp, yalnız ispata ilişkindir. Çünkü görünüşteki sözleşme yazılı ise, aksi HMK’nın 201’inci maddesi gereği, ancak yazılı bir belge ile ispatlanabilir. Tarafın kabulü veya ikrarı ve yemin delili ile de ispatlanabileceği unutulmamalıdır. Muvazaa anlaşması, görünüşteki işlemin tamamını konu ediniyorsa “tam muvazaa”, bir kısmını konu ediniyorsa “kısmi muvazaa” söz konusu olur.

Aldatma Kastı

Başka bir görünüş yaratarak, gerçek amacın gizlenmesidir. Bu yolla üçüncü kişiler aldatılmaktadır. Asıl amaç üçüncü kişileri aldatma isteği olup, muvazaalı işlem bu nedenle yapılmaktadır. Mutlaka üçüncü kişilere zarar verilmesi gerekmez. Bazen kimseye bir zararı olmadan, sadece gizleme kastedilir.

Gizli İşlem

Nispi muvazaada, tarafların gerçek iradelerine uygun, ancak çeşitli nedenlerle görünüşteki işlemin arkasına sakladıkları işleme gizli işlem veya gizli sözleşme denir. Görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerine ve isteklerine uygun olmamasına rağmen, gizli işlem tarafların iradelerine ve isteklerine uygun olup, asıl yapılmak istenen gizli işleme konu olandır. Gizli sözleşme ile muvazaa sözleşmesi ayrı kimlikleri olan bağımsız sözleşmelerdir.

Gizli sözleşme, görünürdeki sözleşmenin niteliğini değiştiriyorsa, yani tamamına egemense tam muvazaa; bazı unsurlarını değiştiriyorsa yani bir kısmına egemense kısmi muvazaa söz konusu olur.

Gizli sözleşmenin niteliği aynı zamanda yapılan muvazaanın hangi tür bir muvazaa olduğunu da belirler. Birinci halde, yani gizli sözleşmeyle, yalnız görünüşteki sözleşmenin geçerli olmadığı kararlaştırılmışsa mutlak (adi, yalın) muvazaa söz konusudur. İkinci halde, yani gizli sözleşme bir edime ilişkin bir hususu içeriyorsa ve görünüşteki sözleşme ile edime ilişkin gizli sözleşmenin gizlenmesi amaçlanıyorsa artık nispi (mevsuf, vasıflı) muvazaa söz konusudur. Gizli işlem, sadece nispi muvazaada söz konusudur. Çünkü mutlak muvazaada taraflar, sadece üçüncü kişileri aldatmak amacıyla bir sözleşme yapar, ayrıca gizli bir sözleşme yapmazlar.

Muvazaa anlaşması hiçbir şekle tabi olmamasına rağmen, gizli işlemin kanunların öngördüğü şekilde yapılması geçerlilik şartıdır. Yukarıda belirtildiği üzere, gizli sözleşme kanunların aradığı şekil şartlarında yapılmış ve iptalini gerektirir bir neden yoksa geçerlidir. Örneğin, tapulu taşınmazların devri TBK’nın 237’nci, TMK’nın 706’ncı ve Tapu Kanununun 26’ncı maddelerine göre resmi şekilde düzenlenen sözleşme ile mümkün olup, tarafların gizli sözleşme ile yaptıkları bağış sözleşmesi, aslında tarafların iradelerine uygun olmasına rağmen resmi şekilde yapılmadığından geçersizdir. Yine resmi şekilde yapılan ve üçüncü kişileri aldatmak için düzenlenen satış sözleşmesi ise, muvazaalı olduğundan geçersizdir. Ancak, aynı durum tapusuz taşınmazlar için geçerli değildir. Çünkü tapusuz taşınmazlar -taşınırlar gibi- TMK’nın 763’üncü maddesi gereği zilyetliğin devri ile mülkiyeti de devredildiğinden, yani gizli bağış sözleşmesi herhangi bir şekle tabi olmadığından, gizli bağış sözleşmesi geçerli olup, muvazaa nedeniyle iptaline karar verilemez.

Muris Muvazaasında “Miras Bırakanın Asıl İradesinin Belirlenmesi”

Yargıtay HGK., E2022/21 K2023/861 T27.9.2023 sayılı kararında özetle “Tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.” şeklinde bir karar vermiştir. 

Muris Muvazaası Olarak Değerlendirilebilen İşlemler

1) Evlatlardan Biri Lehine Sebepsiz Devir Yapılması Nedeniyle Muris Muvazaası

2) Maddi Yönden Kötü Durumda Olan Mirasçının Güçlendirilmesi

3) Evlatlardan Birisinin Mirasçı Sağ ve Hasta İken Onunla Daha Yakından İlgilenmesi

4) İkinci ya da Son Eşe Devir Yapılması

5) Avukat Lehine Tapu Devri

6) Kişinin Çalışanına Devir Yapması

7) Sevgiliye veya Evlilik Dışı Yaşanan Kişiye Devir Yapılması

8) Anneye ya da Babaya Tapu Devri

9) Çocuklardan Birisini Ödüllendirmek İçin Tapu Devri

10) Çocuklardan Birisini Cezalandırmak İçin Tapu Devri

11) Ölmeden Hemen Önce Tapu Devri

Muris Muvazaası Olarak Değerlendirilmeyen İşlemler

Gizli işlemin Kanunun öngördüğü şekle uygun yapılmamış olmasına rağmen geçerli sayıldığı haller; bedelde muvazaa ve dürüstlük kuralıdır.

1. Bedelde Muvazaa

Bedelde muvazaa halinde, tapu kayıtlarına geçen bedelin tarafların gerçek iradesine uymaması nedeniyle, görünürdeki satım sözleşmesi muvazaalıdır ve geçersizdir. Tarafların kendi aralarında kararlaştırdıkları bedel üzerinden gerçekleştirdikleri satım sözleşmesi ise, resmi şekil şartına uyulmadığından geçersizdir.

Bu tür muvazaa kısmi muvazaa şeklinde olup, sözleşmenin tamamı yani niteliği değil, sadece bir unsuru ayni bedel unsuru muvazaalıdır. Bedel sözleşmede gerçek iradeleri ile belirlenen bedelden farklı gösterilmiştir.

Ancak Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre, bedelde muvazaa yapılması halinde muvazaa nedeniyle sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez.

“… taraflar görünüşteki sözleşmeyi yapmayı ciddi olarak istemekte ve niteliğinde (vasfında) de anlaşmaktadırlar. Ancak burada bedel, gerçek bedelden az veya fazla gösterilmektedir… Somut olaya gelindiğinde: … yapılan işlem taşınır mülkiyetinin nakledilmesi hususunda 2918 Sayılı Trafik Kanununun 20. maddesi uyarınca geçerlilik kazanmış bulunmaktadır. Alıcının bedelden doğan borcunu tümüyle yerine getirmemiş olması resmi sözleşme ile doğan hukuki sonucu değiştiremez. Adi yazılı senetteki gerçek bedelden bir kısmının ödenmemesi satıcıya, bedelin ödenmeyen bölümünün tahsilini isteme hakkı verecektir. Bu bedeli ödediğini ispat külfeti ise yukarıda da açıklandığı üzere davalıdadır… .”

“… Dava, limited şirket hisse devir bedelinin tahsiline ilişkin olup, taraflar arasında 26/07/2011 tarihinde noterde hisse devir sözleşmesi düzenlenmiş ve devir bedeli 2.500,00 TL olarak gösterilmişse de aynı tarihte taraflar devir bedelinin 15.000,00 TL olduğuna ve oluşturulacak ödeme planıyla ödeneceğine dair de adi yazılı belge düzenlemişlerdir. 26/07/2011 tarihli belgeden tarafların bedelde muvazaa yaptıkları ve bu bedelin noterde ödenmediği anlaşıldığına göre mahkemece taraflar arasında düzenlenen belgeye itibar edilerek bir karar verilmesi…”

“…Dava konusu edilen şuf’alı payların davalıya 12.1.1995 tarihinde 30.408.000 lira bedel ile satıldığı tapudan gelen yazıdan anlaşılmaktadır. Davalı akdin tarafı olduğu için bedelde muvazaa iddiasında bulunamaz. Dava satışı izleyen 1 ay içerisinde açıldığından uzun süre sonra açılmış davalarda ileri sürülen aradan geçen süre içerisinde ekonomik ve objektif nedenlerle değer artışının nazara alınması gerektiği görüşünün olayda uygulama yeri de bulunmamaktadır…”

2. Dürüstlük Kuralı

TMK’nın 2’nci maddesindeki iyiniyet objektif iyiniyet, yani dürüstlük kuralı olup, düzenlemeye göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”

Bu kuralın amacı, kişilerin haklarını ve borçlarını yerine getirirken doğru, namuslu, ölçülü ve yaptığı eylemin sonucunu bilebilecek bir kimsenin benzer olaylardaki gibi davranmasını sağlamaktır. Ancak, TMK’nın 2’nci maddesi genel kural olup, ancak özel ve pozitif bir hukuk kuralı bulunmadığı zaman uygulanmalıdır. Aksi halde, her olayın TMK’nın 2’nci maddesi ile çözümlenmesi halinde, belirsiz, soyut, kişiden kişiye değişen hakkaniyet kurallarına göre çözümlenmesi yoluna girilmiş olur ki, bu da büyük sakıncalara yol açar ve toplum düzeninin bozulmasına neden olur.

“… meselelerin objektif bir şekilde çözümü, ancak Medeni Kanunun 2. maddesinde yer alan kuraldan yararlanmak suretiyle mümkün olabilir… Bu gün hâkim olan fikre göre, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme imkânını sağlamaktır…

Medeni Kanunun 2/2. maddesindeki kuralla, Kanunun ve hakkın mutlaklığı kuralına istisna getirilmektedir. Ancak, bu kuralın taliliği (yani ikinciliği) de gözetilerek; öncelikle her meseleye ona ilişkin kanun hükümleri tatbik edilecek; uygulanan kanun hükümlerinin adalete aykırı sonuçlara neden olabildiği bazı istisnai durumlarda da, 2/2. maddedeki kural, haksızlığı tashih edici bir şekilde uygulanabilecektir…”

Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, şekle aykırı olarak yapılan işlemden doğan edimlerin ifasından sonra şekle aykırılığı dile getirmek, hakkın kötüye kullanılması teşkil eder.

…Bir akdin taraflarından birinin o akdin ifa olacağı hususunda o güne kadar süregelen davranışları ile karşı tarafa tam bir güvence vermiş ve karşı taraf da akdin yerine getirileceği inancına iyiniyetle bağlanarak kendisine düşen edimleri yerine getirmiş ise artık akdin şekil yönünden geçersizliğini ileri sürmesi hakkın kötüye kullanılması niteliğini taşır ve bu savunma kanuni himayeden yoksun kalır…

Resmi Şekle Bağlı Devirlerin Muvazaa Sebebiyle İptali ve Tescili Davası

Muris muvazaası nispi muvazaa türündendir. Örneğin tapulu bir taşınmaz, satış gibi gösterilip aslında bağışlanmış olursa, bu takdirde görünüşteki satış sözleşmesi yanların gerçek iradelerini yansıtmadığından geçersiz sayılır. Öte yandan gizli sözleşme, yani bağışta TBK m.288/2 (BK m.238/2) hükmünce resmi şekle bağlı olduğundan ve taraf iradeleri bağış konusunda tapu memuru huzurunda birliktelik (uyum) etmediği için gizli sözleşmede geçersiz sayılır. Konuyla ilgili olarak denebilir ki miras bırakanın, mirasçılarından mal kaçırmak için, karşı yanla yapmış olduğu tapulu taşınmazına ilişkin bağışlama akdini bir satış akdi ile gizlemesi halinde nispi muvazaa söz konusudur. Örneğin muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil, yolsuz tescil sayılır. Çünkü tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da iptali gerekir. Muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından, açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu değil; açıklayıcı bir hüküm durumundadır.

Mirastan Mal Kaçırma Davasını Kimler Açabilir?

Muris muvazaasına dayalı davanın taraf ehliyetine sahip mirasçı olan gerçek veya tüzel kişi tarafından açılması gerekir. Murisin sağlığında henüz mirasçılık sıfatı var olmadığından aktif dava açma ehliyeti yoktur. Aktif dava açma ehliyeti dava şartlarından olup, davanın görülebilirlik koşuludur.

Uygulamada, mirasçıların kazandığı konumları itibarıyla dava açıp açamayacakları kimi zaman sorun olmaktadır. Bu itibarla konunun ayrıntılı biçimde ifade edilmesinde yarar vardır.

Tüm mirasçılar: Bu tür davalar mirasta saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar tarafından açılabilir. 01.04.1974 tarihli ve 1/4 sayılı İBK’nın sonuç bölümü kapsamında “miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar” denmek suretiyle, temlik tarihinde mevcut ve sonradan ortaya çıkabilecek mirasçılar bakımından bir ayırım yapılmış değildir. Demek ki muvazaalı temlik tarihinden sonra mirasçılık sıfatını kazanan mirasçının da muvazaa nedeniyle dava hakkı bulunmaktadır. Dava hakkı, murisin ölüm tarihinde mirasçı olma durumuna göre belirlenir. Yani miras bırakanın ölüm tarihinde mirasçı olan bir kişinin temlik tarihinde mirasçı olup olmadığının aranmasına gerek yoktur. Çünkü mirasçılık ve mirasın geçişi miras bırakanın ölüm tarihinde yürürlükte olan Kanun hükümlerine göre belirlenir. 4722 sayılı Kanun m.17 hükmü açıktır.

Miras bırakanın dava tarihinden önce ölüm tehlikesi içerisinde kaybolduğu gaiplik kararından anlaşıldığı durumda, mirasçıların aktif dava açma ehliyeti var sayılır. Davanın açıldığı tarihte, tapu maliki olan miras bırakanın henüz gaipliğine karar verilmemesi önemli değildir. Çünkü gaibin ölüm tehlikesi tarihinde mirası açılmış sayılır.

Davada öncelikle “mirasçılık belgesinin alınmış” olması şarttır. Çünkü tarafların muris ile bağlantılarının saptanması gerekir.

Davacının miras hakkından yoksun bırakılmak istenen mirasçı olması şart değildir. Murisin asıl amacı, davacı mirasçıdan değil; başka bir mirasçıdan mal kaçırmak olsa dahi, tapulu taşınmazı muvazaalı işlemle devir alan kişinin dışında kalan tüm mirasçılar, bu temlikle zarar gördüklerinden ve kaydın iptalinden de hukuki yararları bulunduğundan dolayı dava açabilirler. Ortada terekeden mal kaçırma söz konusu olmaktadır. Eş deyişle, davanın açılması için belirli bir veya birkaç mirasçıdan mal kaçırma söz konusu değildir.

Atanmış mirasçılar: Tüm mirasçılar kapsamına “atanmış mirasçılar”da dahildir. Bu mirasçılar da, tıpkı yasal mirasçılar gibi mirası, murisin ölümü ile hak kazanırlar. Örneğin muris sağlığında noterde yaptığı resmi vasiyet şeklindeki tasarrufu ile ölünceye kadar bakım sözleşmesi ile mirasçı atamış ise bu TMK m.532 uyarınca geçerlidir. Böyle bir sözleşmeyle, bakım alacaklısı olan miras bırakan sağlığında ifası gereken bir taahhüt altına girmemiş; bakım borçlusu ölünceye kadar diğer tarafı bakıp gözetmek borcu altına girmiştir. Buna karşılık mirasçı atanmıştır. Atanan mirasçıya, bu durumun kendisine bildiriminden başlayarak bir ay içinde itiraz edilmedikçe sulh hukuk hâkimince mirasçı veya vasiyet alacaklısı olduğunu gösteren bir belge verilir. MK m.598/2 hükmü açıktır.

Atanmış mirasçıların ne şekilde mirasçılık belgesi alabilecekleri ve mirastan hak isteyebileceklerine ilişkin 3. HD’nin 05.04.2010 tarihli ve 4803/5809 sayılı kararında önemli açıklamalar vardır.

Evlatlık ve onun alt soyu: Muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil davası evlatlık ve onun alt soyu tarafından da açılabilir. Nitekim 1. HD’nin 19.02.2004 tarihli ve 716/1392 sayılı kararında da benzer şekilde görüş belirtilmiştir: “Davacı, miras bırakanın evlatlığının füruğudur. Kök miras bırakan 24.04.2000 tarihinde, evlatlığı Hüseyin ise 17.11.1994 tarihinde kendisinden önce ölmüştür. MK 500. maddesi gereğince, evlatlık ve alt soyu evlat edinene kan hısımı gibi mirasçı olacağından evlatlığın daha önce ölmüş olması onun füruğlarının evlat edinenin mirasçısı olmasına engel teşkil etmez. Öyleyse kök miras bırakanın yasal mirasçısı konumunda bulunan davacının davada sıfatı bulunduğu tartışmasıdır.”

Velayet altında bulunan küçük: Yönüyle açılmış ve dava sırasında küçük reşit olmuşsa, velinin davada temsil yetkisi kalmadığı için reşit olan kişinin davaya katılması sağlanmak suretiyle yargılama sürdürülüp sonuçlandırılmalıdır (1. HD, 22.01.2008 – 9467/574).

Yabancı uyruklu mirasçı: Bu mirasçıların uyruğunda oldukları ülke ile Türkiye arasında miras bırakanın ölüm tarihi itibarıyla kanuni miras yoluyla taşınmaz mülkiyeti edinmede “karşılıklılık” bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. 2. HD’nin 13.02.2008 tarihli ve 21466/1471 sayılı kararına göre; “… Miras, ölenin milli hukukuna tabidir. Türkiye’de bulunan taşınmazlar hakkında Türk Hukuku uygulanır (2675 s. K m.22/1). Yabancı uyruklu gerçek kişiler karşılıklı olmak ve kanuni sınırlamalara uymak koşuluyla Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde taşınmaz edinebilirler (2644 s. K m.35). Kanuni miras yoluyla edinmede de aynı koşul ve sınırlamalar aranır. Bu bakımdan mirasçılar arasında yabancı uyruklu bulunduğuna göre, bu mirasçıların uyruğunda oldukları Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye arasında kanuni miras yoluyla taşınmaz mülkiyeti edinmede, miras bırakanın ölüm tarihi itibariyle karşılıklılık bulunup bulunmadığı Adalet Bakanlığı Uluslar arası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü vasıtasıyla Dışişleri Bakanlığından araştırılması ve ulaşılacak sonuç uyarınca karar verilmesi gerekir”.

İştirak halinde mirasçı: Miras payına sahip olan davacının tek başına payı oranında iptal ve tescil davası açması olanaklıdır. Terekeye mümessil atanmasına gerek yoktur. Ancak iştirak paylı mirasçı kendi payı oranında dava açmayıp da, muvazaaya konu taşınmazın tümünün terekeye döndürülmesini yani tapunun tümünün iptali ile payları oranında tüm mirasçılar adına tescilini talep etmişse, bu durumda ya diğer iştirak hakkı sahiplerinin davaya rızalarını almış olması ya da bu mümkün olmadığı takdirde terekeye mümessil tayini gerekir. Terekeye temsilci atandığında, onun ya da vekil kıldığı avukatın davada hazır bulunması gerekir. Tereke ortaklarının davayı takip etmeleri mümkün değildir. 1. HD’nin 12.02.2009 tarihli ve 12742/1782 sayılı kararında benzer şekilde görüş belirtilmiştir: “Tereke adına TMK m.640 uyarınca temsilci atandığına göre, davanın sürdürülmesinin onun veya vekil kıldığı avukatı huzuru ile gerçekleştirileceği tartışmasızdır. Oysa 16.10.2008 tarihli oturumda tereke temsilcisi oturuma iştirak etmemiştir. Kaldı ki tereke temsilcisi atandığına göre, sıfatı bulunmayan tereke ortaklarından bir veya bir kaçının davayı takip etmiş olmaları neticeye etkili değildir. Hal böyle olunca HUMK m.409 uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, işin esası yönünden hüküm kurulmuş olması doğru değildir”.

Yinelenen deyişle; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası, halefiyet esasına göre değil de, kendi adına miras payı oranı için açılmışsa, bu durumda tüm mirasçıların rızasına ilişkin onayının alınmasına gerek yoktur. Çünkü taşınmazı temlik eden muris ile devralan kişinin (mirasçı veya 3. kişi) işlemiş olduğu haksız fiile dayanarak dava açılmaktadır. Kaldı ki mirasçıların bir kısmının, mirasçı olmayan davalıya karşı kendi payları oranında dava açmalarına bir engel bulunmamaktadır.

Uygulamada, terekenin elbirliği mülkiyetine tabi olup, dava dışı mirasçıların muvafakat vermediklerinin anlaşılması durumunda terekeye temsilci atanarak temsilci aracılığıyla yargılamanın sürdürülmesi yasal bir zorunluluktur. Bu durumda, yani “terekeye temsilci atanmasıyla, mirasçıların davadaki sıfatının sona ereceği, davayı takip etme yetkisinin tereke temsilcisine ait olacağı açıktır. Oysa 28.06.2011 tarihinden sonraki oturuma tereke temsilcisi iştirak etmediğine ve kayıt maliki olan davalı K vekili 26.01.2012 tarihli dilekçesiyle HMK m.150 hükmü uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasını talep ettiğine göre, davanın HMK m.150 uyarınca işlemden kaldırılmasına ve 3 aylık süre içinde yenilenmemesi sebebiyle de açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken, anılan bu husus gözetilmeden işin esasına yönünden yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması isabetsizdir. Kaldı ki mirasçıların davayı takip etmeleri neticeye etkili değildir. O halde davalı sıfatı kalmayan kişilerin vekili tarafından yapılan temyiz itirazının dinlenmesine olanak bulunmadığından temyiz dilekçesinin reddine.” (1. HD, 22.05.2013 – 3636/8295).

Mirası reddeden: Kendi murisine ait mirası reddeden kişilerin muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil davası açamayacakları Yargıtay kararlarında vurgulanmıştır. 1. HD’nin 30.06.2009 tarihli ve 3989/7600 sayılı kararı emsaldir. Karara göre; “… Öte yandan, davacılar Y. ve E., miras bırakan R.’ten önce ölen oğlu T.’den olan torunlarıdır. Bunlar babaları T.’in mirasını usulü dairesinde reddetmişlerdir. Her ne kadar TMK m.611 hükmü gereğince yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi hak sahiplerine geçerse de, somut olayda T. kendi murisine ait mirası reddetmemiş, Y. ve E., T.’den gelen mirası reddetmişlerdir. O halde kendi murisine ait mirası reddeden bu kişilerin muris muvazaasına dayalı olarak açtıkları davanın dinlenilmesine yasal açıdan olanak bulunmamaktadır.

Mirasın hükmen reddi (MK m.605) de mümkündür. Diyelim ki davacı mirasçının murisin borcundan dolayı açılmış olan, örneğin bir tazminat davasında davalı hasım olarak davayı takip etmesi terekeyi sahiplenme anlamına gelmez. Murisin terekesinin tüm aktif ve pasifiyle tespiti ile ölüm günü itibarıyla borca batık olup olmadığı belirlenmelidir. Konu: Mirastan Mal Kaçırma

Mirası kayıtsız şartsız reddeden ve beyanı sulh hukuk mahkemesince tutanağa geçirilen kişi, daha sonra söz konusu mirası redde ilişkin bu istemin iptaline dair asliye hukuk mahkemesinde dava açabilir. TMK m.605’e uygun mirasın reddinin iptali talepleri sulh hukuk mahkemesinden istenemez. Söz konusu dava davacı lehine sonuçlandığı takdirde, mirasın reddi işlemi iptal edildiği için kişi mirasçılık sıfatını kazanacaktır. Bu durumda mirasçının, muris muvazaasından zarar gördüğünü ileri sürerek dava açmakta aktif husumet ehliyeti bulunduğu kuşkusuzdur.

“Mirasın hakiki ya da hükmen reddedilmiş olmasının davacı sıfatının yitirilmesine sebep olacağında kuşku yoktur. TMK m.605/1 hükmüne göre; yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilirler. Kayıtsız şartsız ret (hakiki ret) olup, süre ile kayıtlı ve mirasçıların tek taraflı irade açıklamasını öngörür. Oysa hükmen reddin sonuç doğurabilmesi için herhangi bir irade açıklaması ya da dava yolu öngörülmemiştir. Anılan maddenin ikinci fıkrasına göre; ölümü halinde miras bırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmişse, miras reddedilmiş sayılır. Mirası hükmen ret etmiş sayılan kişi, tereke alacaklıları aleyhine husumet yönelterek bu durumun tespitini isteyebileceği gibi, bunu defi yoluyla da ileri sürebilir” (HGK, 16.4.2008 – 4/332-336).

Bilindiği gibi miras, birinci derecedeki mirasçıların tamamınca reddedilmesi halinde miras ikinci derecedeki mirasçılara geçmez. Bu durumda tereke tasfiye edilir. Terekenin borçları ödendikten sonra arta kalan kısım varsa sanki hiç ret yapılmamış gibi birinci derecedeki mirasçılara verilir. 3. HD’nin 20.12.2010 tarihli ve 15137/20977 sayılı kararı bu şekildedir.

Kendilerine yeterli güvence verilmediği takdirde, alacaklılar ve iflas idaresi, mirasın reddinin iptali davasını ret tarihinden başlayarak 6 ay içinde açabilirler. Davada mirası reddin iptaline şeklinde karar verilirse, miras resmen tasfiye edilir. TMK m.617/2 hükmü açıktır.

Mirastan ıskat edilen kişi: Miras bırakanın terekesinden hak elde etme olanağı yoksa da, mirasçılık belgesinde mirasçı görülüyorsa, mirastan çıkarıldığı (ıskat edildiği) iptali ve yeni mirasçılık durumunu belirleyen kararın alınması gerekir. Konu: Mirastan Mal Kaçırma

Kural şudur: Mirastan ıskat edilen mirasçı, murise mirasçı olma sıfatını kaybeder ve miras hakkından yoksun kalır.

  1. HD’nin 12.05.2008 tarihli ve 8036/6856 sayılı kararında ifade edildiği üzere; “mirasçılıktan çıkarma, miras bırakan ancak buna ilişkin tasarrufunda çıkarma sebebini belirtmişse geçerlidir. Mirasçılıktan çıkarılan kimse itiraz ederse, belirtilen çıkartma sebebini ispat, çıkarma tasarrufundan yararlanan mirasçıya veya vasiyet alacaklısına düşer. Sebebin varlığı ispat edilmemiş veya çıkarma sebebi tasarrufta hiç belirtilmemişse, tasarruf mirasçının saklı payı dışında yerine getirilir; ancak miras bırakan bu tasarrufu çıkarma sebebi hakkında düştüğü açık bir yanılma yüzünden yapmışsa, çıkarma geçersiz olur. Bu halde mirasçının hissesi saklı payına indirilir. Mirasçılıktan çıkarmanın iptali kademelidir. Öncelikle miras bırakanın açıkça yanılıp yanılmadığı araştırılır. Eğer bu hal yoksa, davalı mirasçılıktan çıkarma sebebini ispat edememişse, davacının alacağının belirlenmesi için davaya tenkis davası gibi devam edilmesi gerekir.”

Uygulamada, miras bırakan tarafından yapılan vasiyette yazılı olan şartlara göre mirasçılıktan çıkarma olgusuna sıkça başvurulduğu gözlenmektedir. Örneğin mirastan çıkarılanın murisi dövdüğü, hakaret ettiği somut biçimde vasiyette belirtilmişse dövme ve hakaret olgusunun doğruluğu kanıtlandığı takdirde muris tasarrufunda haklıdır, yani mirastan çıkarmaya ilişkin tasarrufunun sebebi hakkında açık bir yanılmaya dayandığı kabul edilemez. Konu: Mirastan Mal Kaçırma

Yinelenen deyişle, “mirastan ıskat edilen mirasçının terekeden hak elde etme olanağı yoktur. Ancak mirastan çıkarmaya ilişkin tasarrufun iptali davası reddedildiğinde ıskat ayakta sayılır. Bu durumda miras hakkından ıskat edilen kimsenin alt soyu o kimse müteveffadan önce ölmüş gibi mirastaki saklı paylarını isteyebilirler. Bu nedenle ıskat edilenin alt soyu olan davacıların bu davayı açmakta aktif husumet ehliyetleri mevcuttur. Bu husus gözetilmeden davacıların mirasçı olamayacaklarından bahisle ret hükmü kurulması usul ve yasaya aykırıdır” (2. HD, 12.12.2007 – 15355/17423).

Sözleşmeyle miras hakkından vazgeçen: Kişinin, muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davası açması söz konusu değildir. Mirastan feragat sözleşmesi (TMK m.528), miras sözleşmesinin bir çeşidi olduğundan, resmi vasiyetname şeklinde yapılması zorunludur. Geçerli bir mirastan feragat sözleşmesinin varlığı aranır. Örneğin sözleşmeye muris bizzat katılmayıp, vekâleten düzenlenmişse geçerli bir mirastan feragat sözleşmesinden söz edilemez.

Tenkis hakkından vazgeçen: Sözleşmenin kapsamı miras hakkından değil de, tenkis hakkından feragat şeklinde olduğunun anlaşılması halinde ise, anılan davanın açılması mümkündür. Çünkü bir mirasçının miras hakkı ile tenkis hükümlerinden kaynaklanan hakkı tamamen ayrıdır ve farklı sonuçları olduğu gibi, yasal açıdan da değişik hüküm ve düzenlemelere tabidir. 1. HD’nin 05.03.2009 tarihli ve 1181/2759 sayılı kararında da belirtildiği üzere; “muris muvazaasına dayalı davada miras bırakanın yapmış olduğu temlikin muris muvazaası ile illetli olduğu iddia edilmiş ve davacı kişi mirastan kaynaklanan hakkına yönelik haksız fiil ika edildiğini ileri sürmüş olup, 04.08.1976 tarihli belgede ise, davacı miras hakkından değil, tenkis hakkından feragat ettiğini bildirmiştir. O halde mahkemece anılan belgenin miras hakkından feragat ettiği şeklindeki değerlendirmesinin de doğru olduğu söylenemez”.

Mirastan Mal Kaçırma Davasında İspat Yükü

Mirastan Mal Kaçırma Davasında İspat Yükü
Mirastan Mal Kaçırma Davasında İspat Yükü

İptal ve tescil davasında davacının yapacağı iş, kendisinden değil; terekeden mal kaçırılmak için tapulu taşınmazın muvazaalı temlik edildiğini, dava tarihinde kendisinin de mirasçı olduğunu ispat etmekten ibarettir. Kanıt yükü, iddia sahibi davacı mirasçıdadır. Ama olayın özelliğine göre ispat yükünün bazen davalıda olduğu da vakidir. Örneğin, son günlerini yaşadığı bir evrede murisin, taşınmazını yeğenine satışını haklı gösteren ciddi, zorunlu ve makul bir nedenin varlığı ileri sürülmemişse, davalı yeğen, ölüm döşeğinde yaşam uğraşı içinde bulunan murisin taşınmazını hangi zorunlu nedenle elden çıkarmak ve kendisine satmak durumuna düştüğünü, devir ve temlik işleminin gerçek bir satışa dayandığını izah etmek ve kanıtlamak durumundadır.

Mirastan Mal Kaçırma Davasında Zamanaşımı ve Hak Düşürücü Süre

Mirastan mal kaçırma davası kural olarak zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi değildir. Mirastan mal kaçırma sebepli davalar ancak murisin ölümünden sonra açılabilir. Miras bırakan hayatta iken, muvazaaya dayanarak tapu iptali davasını müstakbel mirasçıların açması olanağı yoktur. Eş deyişle, aktif dava ehliyeti (davacı olma sıfatı), ancak miras bırakanın ölümünden sonra mirasçılar yönüyle oluşur.

Bu tür davaların niteliği gereği olarak herhangi bir süre söz konusu olmaz. Nitekim 1. HD’nin 25.09.2006 tarihli ve 7165/9159 sayılı kararında da benzer ifadeye yer verilmiştir: “Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda zamanaşımı ya da hak düşürücü sürenin uygulanma olanağı bulunmadığı, davanın niteliğine göre bu tür davaların süreye tabi kılınmaksızın her zaman ileri sürülmesinin olanaklı bulunduğu gözetilmek suretiyle işin esasına geçilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir”. Konu: Mirastan Mal Kaçırma

Mirastan Mal Kaçırma Davasında Harçlar

Muris muvazaası temelli tapu iptal ve tescil davaları, dava değerine göre oranla belirlenen nispi harç sistemine tabidir. Bu tür davalarda, taşınmazın değeri dava süreci başladığında net olarak tespit edilemez. Bu sebeple, davanın açılış aşamasında genellikle nominal bir değer üzerinden harç yatırılır. Dava ilerledikçe, bir bilirkişi aracılığıyla gayrimenkulün gerçek değeri saptanır ve buna göre harç miktarı güncellenerek gerekirse artırılır.

Bunun yanı sıra, “muris muvazaası temelli tapu iptal ve tescil davası”, uygulamada sıklıkla “tenkis davası” ile bir arada ve ardışık olarak yürütülebilmektedir.

Mirastan Mal Kaçırma Davasında Görevli ve Yetkili Mahkeme

  • Yetkili Mahkeme

Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası HMK m.12/1 (HUMK m.13) hükmü uyarınca taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılabilir. Dava, taşınmaz mala (ayni hakka) yönelik olduğu için ve bu kamu düzenini ilgilendirdiği için yetki resen nazara alınır. Başka bir deyişle HMK m.12’de öngörülen kesin yetki kuralı gözetilerek resen yetkisizliğe karar vermek zorunluluğu bulunmaktadır. HMK m.19/1 hükmüne göre; yetkinin kesin olduğu davalarda, mahkeme yetkili olup olmadığını, davanın sonuna kadar kendiliğinden araştırmak zorundadır; taraflar da mahkemenin yetkisiz olduğunu her zaman ileri sürebilir. Konu: Mirastan Mal Kaçırma

Yetki konusunda taraflar “yetki sözleşmesi” yapamazlar. HMK m.17 hükmü açıktır.

Muvazaaya konu taşınmazlar ayrı yargı yörelerinde bulunduğu takdirde, davacı mirasçı tercih hakkını HMK m.12/3 uyarınca kullanarak davayı bir taşınmazın bulunduğu yerde açabilir. Bu durumda mahkemece başka yörelerdeki taşınmazlara ilişkin açılmış davanın tefriki ile yetki yönüyle reddine şeklinde karar veremez. 1. HD’nin 07.05.2008 tarihli ve 3682/5677 sayılı kararı benzerdir. Aksi takdirde hatalı olarak verilen tefrik ve yetkisizlik kararı mutlaka bozulur. Nitekim 1. HD’nin 02.04.2013 tarihli ve 3022/4723 sayılı kararında da bu şekilde ifadeye yer verilmiştir.

Davaya konu edilen taşınmazın alanı itibarıyla birden fazla ilçenin yargı çevresi içinde bulunması halinde, taşınmazın alan itibariyle büyük kısmının yer aldığı mahkeme yetkilidir.

Ancak farklı yörelerde bulunan taşınmazlar yönüyle mesaha itibarıyla daha büyük taşınmazın bulunduğu yerde davanın açılması gibi bir zorunluluk yoktur.

Tapudaki kaydın yetkili mahkemeyi belirlemede önemi yoktur. Önemli olan konu, taşınmazın mahkemenin yargı çevresinde bulunmasıdır. Diyelim ki taşınmazın fiilen çevresi içinde yer almayan mahkemenin böyle bir davaya bakmaya yetkisi yoktur.

Muris muvazaası ile tenkis davası kademeli biçimde açılmışsa, murisin yerleşim yeri mahkemesi değil; muvazaa davasındaki yetkili mahkeme hükmü esas alınır. Çünkü muvazaa davası, tenkis davasına göre daha geniştir.

Ancak murisin düzenlediği vasiyetle kendisine taşınmaz bırakılan kişinin açacağı “vasiyetin yerine getirilmesine ilişkin dava”ya, murisin yerleşim yeri mahkemesinde bakılması gerekir. Bu yetki kesindir. Bu davada HMK m.12/1 hükmünün uygulanma olanağı yoktur. 2. HD’nin 13.05.2008 tarihli ve 3742/6979 sayılı kararı bu yöndedir.

Yinelenen deyişle; olayda ölüme bağlı bir tasarrufun iptali ya da tenkis veyahut miras sebebiyle istihkak isteği mevcut değilse, uyuşmazlık TBK m.19 uyarınca muvazaa hukuksal nedeninden kaynaklanmışsa, davaya HMK m.12/1’e göre taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde bakılacaktır. Yoksa miras bırakanın ölüm veya yerleşim yerindeki mahkeme yetkili değildir.

Mirastan doğan davalarda yetki HMK m.11’de düzenlenmiş ise de, muris muvazaasına dayalı davalar anılan madde kapsamında yer almamıştır.

  • Görevli Mahkeme

Muris muvazaasına dayalı davalarda görevli mahkeme mamelekin değerine göre HUMK m.8 göz önünde tutularak açılıyordu. Ancak HMK m.2 uyarınca, dava konusunun değerine ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalar da görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesi olduğu belirtilmiştir. Madde gerekçesine göre de malvarlığına ilişkin davalarda sulh hukuk, asliye hukuk arasındaki ayırım kaldırılarak kanunlarda belirtilen istisnalar dışında malvarlığına ilişkin davalarda asliye hukuk mahkemesi, asıl görevli mahkeme haline getirilmiştir.

Davanın görevsiz mahkemede açılmış olduğunun anlaşılması halinde verilen görevsizlik kararı ile ilgili olarak evvelce HUMK m.193’e uygun işlem yapılıyordu. Ancak HMK m.20 ile, söz konusu kanun sisteminden kısmen ayrılındığı anılan madde gerekçesinde vurgulanmıştır.

Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı uyuşmazlıklar hakem huzurunda çözülmez. Çünkü HMK m.408’e göre; taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklardan veya iki tarafın iradesine tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar tahkime elverişli değildir. 15. HD’nin 18.06.2007 tarihli ve 2680/4137 sayılı kararında da benzer şekilde, “muris muvazaası nedenine dayalı uyuşmazlıklar hakemler huzurunda çözümlenemez. Çünkü istek tapu iptal ve tescile ilişkin olup, kamu düzenini ilgilendirmektedir” denilmiştir. Konu: Mirastan Mal Kaçırma

Muris Muvazaası ve Tenkis Arasındaki Farklar

Muris muvazaasına dayanan tapu iptali ve tescili davasıyla tenkis davasının birbirlerinden oldukça farklı yönleri bulunmaktadır. Genellikle bu davalara terditli şekilde müracaat edilmekte, birisine ilişkin verilen ve kesinleşen karar diğer davayı etkilemektedir. Muris tapuya kayıtlı gayrimenkulünü satıma yahut Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi ile devrettiğinde, külli halefler, genellikle dava yoluna giderek, muvazaaya dayalı olarak tasarrufun iptalini istemekte ve bunun mümkün olmaması halinde tenkis davasına müracaat etmektedirler. 

  • TMK m. 560 ve devamındaki düzenlemeler uyarınca hüküm altına alınan tenkis davaları, murisin hak yahut malvarlığını karşılığını almaksızın veya saklı paya ilişkin kuralı aşmaya çalışarak gerçekteki bedelinin altında bir ücretle devretmesini konu edinmektedir. Murisin devretme iradesi gerçektir ve taraf iradeleri gerçekten işleme yansımaktadır. Ancak, muris, bağış yahut saklı pay kuralının dışına çıkma düşüncesiyle, gerçekteki bedelin çok altında temlikte bulunduğu mal varlığı tasarruf yapabileceği nisabı aşmaktadır. Bundan dolayı tenkis davaları, saklı paya sahip külli halefin, saklı payının ihlal edilmesi nedeniyle, bu tecavüzün ortadan kaldırılabilmesi için başvurulan davalardır.
  • Tenkis davasında konuyu, muris tarafından yapılan bağış yahut saklı payın aşılması düşüncesiyle gerçekteki bedelin çok altında bedel karşılığı yapılan temlikler oluşturmaktadır. Davanın amacı, bu temliklerin tümüyle iptal edilmesi olmayıp, tasarruf yapılabilecek oranın üzerinde kalan miktardan, külli halefin hakkının aynen yahut bedel üzerinden alınması teşkil etmektedir. Muris muvazaasına konu işlemlerde, muris gerçekte bağış yaptığı tapuya kayıtlı gayrimenkulü için satışa yahut Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi’ne konu olan bir devir yapmaktadır. Buna göre taraflarca yapılan muvazaa sözleşmesiyle görünüşte yaratılan işlemin niteliği tümüyle değiştirilmektedir. Muris muvazaasına konu işlemlerde herhangi bir bedel bulunmamakta yahut muvazaanın gizlenebilmesi amacıyla cüzi bir bedelin alınması söz konusu olabilmektedir. Konu: Mirastan Mal Kaçırma
  • Muris muvazaasına dayalı davaya konu teşkil eden işlemler, en başından hükümsüzlük yaptırımına tabiyken, tenkis davasına konu akitler geçerli kabul edilmektedir. Tenkis davası, murisin gerçekteki iradesiyle yasalara uygun şekilde yapılmakta, fakat tasarruf oranını geçen, geçerli, tasarrufa dayalı yahut devir yapan işlemlere yönelik de açılabilmektedir. TMK m. 519 ve 565’te ifade edilen tasarrufların tümü, tenkis davasının konusu olabilmektedir. 
  • Muris muvazaasının bulunduğu işlemler nedeniyle başvurulan davalar hakkında hiçbir süre öngörülmemişken tenkis davasına, TMK m.571’e göre, saklı payına aykırılık teşkil edildiğinin öğrenilmesi üzerine 1 yıl içerisinde ve her halükarda vasiyetname varsa açıldığı tarih, öteki tasarruflar açısından mirasın açılmasından başlanarak 10 yıl içerisinde başvurulmalıdır. Muris muvazaasına dayalı dava, saklı paya sahip olup olmadığına bakılmaksızın mirasçıların tümünce payları nisabınca açılabileceği gibi, tereke temsilcisince terekeye iade talepli olarak da açılabilmektedir. 
  • Tenkis davaları esas itibariyle yalnızca saklı paya sahip olan külli haleflerce açılabilmektedir. TMK m.562’ye göre, birtakım şartların bulunması durumunda, saklı paya sahip olan külli haleflerin namıma alacaklılarca da başvurulabilmektedir. Ancak, tenkis davalarını, mirasçının şahsına dayalı bir dava olması nedeniyle tereke temsilcisinin açabilmesi mümkün değildir. Muvazaaya dayalı davalar, tenkis davaları karşısında, kapsam itibariyle hakkın sahibine daha çok fayda veren davalardır. Çünkü, muvazaa bulunması durumunda sözleşmenin geçerli olmamasından dolayı, tapudaki kayıtların tümüyle iptali söz konusu olurken, tenkis davalarında saklı payı geçen kısım tenkis edilmektedir. 
  • Muvazaaya dayalı davalar, davaya başvuran külli haleflere ayni haklar sağlamakta, tenkis davaları saklı paya sahip külli halef açısından şahsi hak sağlamaktadır. Tenkis davasında şartları varsa sözleşmeye konu gayrimenkulün kazanımı davanın niteliğinde bir değişikliğe neden olmamaktadır. Taşınmazlara ilişkin başvurulan muvazaaya dayalı davalar 6100 sayılı HMK m.12 gereğince taşınmaz malın bulunduğu yerdeki mahkemede açılmaktadır. Tenkis davası HMK m.11/1.a ve TMK 576/2. maddesi gereğince murisin son yerleştiği yerdeki mahkemede açılmalıdır. Sözü edilen yetki kuralları kesin yetki olup tarafların başka türlü kararlaştırabilmesi mümkün değildir. Yetki mahkeme tarafından da kendiliğinden göz önünde bulundurulur.

Muris Muvazaası ve Tenkis Davası Birlikte Açılabilir mi?

Uygulamada yoğun şekilde muris muvazaasına dayalı iptal ve tescil davası ile “tenkis” davasının aynı dava dilekçesi kapsamında kademeli olarak ileri sürüldüğü gözlenmektedir. Ya da her iki davanın ayrı dilekçeler verilerek açıldığı da vakidir. Muris muvazaası ile tenkis davalarının birlikte açılmasını engelleyen bir yasal engel yoktur. Davacılar bunlardan birinin ötekisine tercihan açmaya zorlanamaz. 22.05.1987 tarihli ve 4/5 sayılı İBK’nın sonuç bölümünde; “Miras bırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçıların tenkis davası ile birlikte kademeli olarak veya tenkis davası açtıktan sonra ayrı bir dilekçe ile BK 18 (TBK 19) maddesine dayalı muvazaa nedeniyle iptal-tescil davasını da açabilecekleri” şeklinde görüş belirtilmiştir. Konu: Mirastan Mal Kaçırma

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Ara