Ceza Hukuku

Taksirle Öldürme Suçu ve Cezası (TCK md. 85)

Taksirle Ölüme Sebebiyet Verme Suçu Hakkında Tüm Detaylar

Taksirle öldürme suçu, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) madde 85. maddesinde düzenlenmiş olup, dikkatsizlik ve özensizlik sonucu bir kişinin ölümüne neden olmayı ifade eder. Suçun temel cezası iki yıldan altı yıla kadar hapis cezasıdır. Ancak birden fazla kişinin ölümü veya hem ölüm hem de yaralanma gerçekleşmesi halinde, failin cezası iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezası olarak artırılır. Bu suç, bireyin yaşama hakkını koruma amacı taşımaktadır.

Taksirle öldürme, icrai veya ihmali bir hareketle işlenebilir. Önemli olan, failin toplumda genel olarak kabul edilen dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmiş olmasıdır. Suçun oluşabilmesi için, ölüm neticesi ile failin fiili arasında nedensellik bağının bulunması ve bu neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi gerekmektedir. Hukuka uygunluk sebeplerinin bulunması durumunda ise failin taksirli hareketi suç teşkil etmez.

Taksirle öldürme suçu herkes tarafından işlenebilir ve mağdur, hayatına son verilen kişidir. Özel içtima hükmü gereği, olayda birden fazla ölüm veya hem ölüm hem de yaralanma söz konusu olduğunda fail tek bir cezayla sorumlu tutulur ancak ceza miktarı artırılır. Ayrıca, failin kişisel ve ailevi durumu, cezanın gereksiz hale gelmesine neden olursa, ceza verilmemesi ya da bilinçli taksir durumunda cezanın indirimi gündeme gelebilir. Bu bağlamda, taksirle öldürme suçunda failin durumu, fiilin niteliği ve sonucuna göre yargılama sürecinde çeşitli cezai indirim veya muafiyet hükümleri uygulanabilir.

DMCA.com Protection Status

İçerik

Taksirle Öldürme Suçu ve Cezası (TCK md. 85)
Taksirle Öldürme Suçu ve Cezası (TCK md. 85)

Taksirle Öldürme Suçu Genel Bilgiler

İnceleme konusu suç tipi Türk Ceza Kanunu’nun özel hükümlerin düzenlendiği ikinci kitabının “Taksirle Öldürme” başlıklı 85’inci maddesinde; “(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.

Taksire ilişkin hüküm, 5237 sayılı TCK’nın 22’nci maddesinde yer almaktadır.

Maddede; “(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır. (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. (3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır. (4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir. (5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir. (6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir” denilmektedir.

Görüldüğü gibi taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık nedeniyle kanuni tanımda belirtilen neticenin öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” olarak tanımlanmıştır.

Taksirle Öldürme Suçu Cezası Nedir? 2025

Taksirle adam öldürme suçunun cezası, 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezasıdır. Taksirle adam öldürme neticesinde “iki veya daha fazla kişi ölmüş” veya “bir kişi ölmüş ve bir veya birden fazla kişi yaralanmışsa” suçun cezası 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasıdır.

Taksirle Öldürme Suçunda Korunan Hukuki Değer

Bu suçla korunan hukuki değer, kişinin yaşama hakkıdır. En üstün hak olan yaşama hakkı, Anayasa ve uluslararası belgelerle koruma altına alınmış ve TCK’da da “Hayata Karşı Suçlar” başlığı altında taksirle ölüme sebebiyet verme, suç olarak düzenlenmiştir. Taksirli fiillerden sorumluluk istisnai nitelikte olduğu için yaşama hakkına verilen önem ve değer nedeniyle taksirle öldürme suçu ayrıca düzenlenmiştir.

Taksirle Öldürme Suçunun Unsurları

Suçun unsurları tipiklik ve hukuka aykırılıktır. Tipiklik ise objektif ve sübjektif unsurlardan oluşmaktadır. Tipiklikte yer alan objektif unsurlara tipikliğin maddi unsurları, sübjektif unsurlara ise tipikliğin manevi unsurları denilmektedir. Aşağıda taksirle öldürme suçunun unsurları bu ayırıma göre incelenecektir.

Taksirle Öldürme Suçunda Fiil

Taksirle öldürme suçunun fiil unsurunu ölüm neticesini doğuran, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı her türlü davranış oluşturmaktadır. Söz konusu davranış icrai olabileceği gibi ihmali nitelikte de olabilir. Nitekim kasten öldürme suçunun aksine kanunda taksirli suçlarda fiilin gerçekleştiriliş şekli (icrai veya ihmali) bakımından bir ayrıma yer verilmemiştir.

Taksirli suçlar bakımından belirleyici olan husus fiilin, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı olarak gerçekleştirilmesidir. Bu sebeple, suçun fiil unsuru kapsamında dikkat ve özen yükümlülüğü, bu yükümlülüğün kaynağı, niteliği ve aidiyeti gibi hususlar önem arz etmektedir.

a. Dikkat ve Özen Yükümlülüğüne Aykırı Davranış

Taksirli fiilin haksızlığının temelini dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali oluşturmaktadır. Nitekim taksirli bir haksızlığın objektif unsurlarının gerçekleşeceğinin öngörülememesi de bu yükümlülüğe aykırılıktan ileri gelmektedir. Kişi, gerçekleştirdiği faaliyeti çerçevesinde dikkat ve özen yükümlülüğünün varlığına rağmen, gerekli tedbirleri almayarak veya kendisinden beklenen özeni göstermeyerek tipik neticeye (ölüm) sebep olduğunda, her ne kadar bu neticeyi irade etmemişse de, bundan dolayı sorumlu tutulmaktadır. Objektif dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir davranış yoksa, taksirli bir fiilden de söz edilemez.

b. Dikkat ve Özen Yükümlülüğünün Kaynağı

Dikkat ve özen yükümlülüğünün kaynağını davranış normları oluşturmaktadır. Belirli hukuki değerlerin korunması amacıyla kanunda yer verilen taksirli suç tiplerine ilişkin somut düzenlemeler bu yükümlülüğün kaynağı olabilir. Örneğin, inceleme konumuzu oluşturan taksirle öldürme suçu, kişilere faaliyetlerinde insanların ölümü neticesinden kaçınma hususunda gerekli ihtimamı gösterme mükellefiyetini de yüklemektedir.

Dikkat ve özen yükümlülüğü kanundan kaynaklanmakla beraber, bu yükümlülüğün içeriği, diğer bir ifadeyle, gerçekleştirilen faaliyetler sırasında ne tür tedbirlerin alınması ve nelere dikkat edilmesi gerektiği hususu salt kanuni düzenlemelerle sınırlı değildir. Bu çerçevede uyulması gereken dikkat ve özen yükümlülüğünün içeriği özel olarak ilgili mevzuatta gösterilmiş olabilir. İş güvenliği açısından 6331 sayılı “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu”, tıbbi müdahale ve operasyonlar açısından 1219 sayılı “Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun” buna örnek gösterilebilir. Keza Sağlık Bakanlığı, “Hasta Hakları Yönetmeliği” çıkararak bir takım davranış kurallarına mevzuatta yer vermiştir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve bu kanuna dayanılarak yapılmış yönetmelik, trafiğe çıkan süjelerin uyması gereken davranış kurallarını belirlemiştir. Mesela, yayalar, ışıklı işaret veya yetkililerin bulunmadığı geçitlerde veya kavşaklarda güvenlikleri açısından yaklaşan araçların uzaklık ve hızını göz önüne almak zorundadır (2918 s.lı K. m.68/b-3). Yine araç sürücülerinin riayet etmesi gereken hız sınırları da kanun kapsamında belirlenmiştir. Bu aşamada davranış kuralının hangi hukuk dalından kaynaklandığının bir önemi yoktur.

Dikkat ve özen yükümlülüğünün, mevzuat haricinde resmi veya özel kişiler tarafından konulmuş kurallar çerçevesinde belirlenmesi de mümkündür. İş yerinde işveren tarafından konulan çalışma düzenine ilişkin kurallar böyledir. Ancak özel kişiler tarafından belirlenen bu yükümlülüklerin basit tavsiyelerden ibaret olmaması gerekir. Keza söz konusu yükümlülük, icra edilen faaliyetin niteliği çerçevesinde müşterek hayat tecrübeleri ile de belirlenebilir. Örneğin bir kimse, evinde elektrik tesisatıyla ilgili çalışma yaparken cereyanı kesmezse, toplumda geçerli olan davranış kurallarına riayetsizliği söz konusu olur. Tren yaklaşırken yayalara ve araçlara yolu kapatmayan görevlinin davranışında ise hukuk normlarına riayetsizlik vardır.

c. Dikkat ve Özen Yükümlülüğünün Objektif Niteliği ve Aidiyeti

Dikkat ve özen yükümlülüğü, objektif olarak belirlenecektir. Bu aşamada failin bilgi birikimi, zekası, tecrübeleri gibi kişisel özellikleri kural olarak dikkate alınmaz. Failin davranışı sırasında hangi dikkat ve özen yükümlülüğü altında olduğu, onun kişiliğinden bağımsız olarak, faaliyet gösterilen alanda geçerli olan ortak tecrübeler, bilimsel ve teknik bilgiler ışığında değerlendirilecektir. Bu itibarla taksirli suçlardan sorumlulukta objektif dikkat ve özen yükümlülüğünden söz edilmektedir.

Gösterilmesi gereken dikkat ve özen, failin dahil olduğu sosyal çevre bakımından makul ve tedbirli olarak nitelendirilebilecek ortalama bir insanın olay anında (ex-ante) göstereceği özendir. Dikkat ve özen yükümlülüğünün belirlenmesinde objektif esaslardan hareket edilmekle birlikte, şayet somut olayda failin özel bir bilgisinden de söz edilebiliyorsa bu özel bilgi de hesaba katılmalıdır.

Hakim, fail tarafından somut olayda uyulması gereken objektif dikkat ve özen yükümlülüğünün içeriğini, diğer bir ifadeyle, özene uygun davranış kalıbını belirlemeli ve bununla fail tarafından somut olayda gerçekleştirilen davranış karşılaştırılarak, söz konusu yükümlülüğün ihlal edilip edilmediği hususunda bir sonuca varmalıdır. Bu şekilde var olan bir davranış kalıbına uymayan fail, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmış olur.

d. Birden Fazla Kişinin Katıldığı Faaliyetlerde Şahısların Dikkat ve Özen Yükümlülüklerinin Tespiti

Uygulamada sıkça karşılaşılan sorunlardan biri, çok sayıdaki kişinin katılımıyla gerçekleştirilen faaliyetlerde, uyulması gereken objektif dikkat ve özen yükümlülüğü ile bu yükümlülüğün kime terettüp ettiğinin belirlenmesinde yaşanmaktadır.

Özellikle işverenlerin, şirket yöneticilerinin kooperatif başkanlarının ve benzeri denetim yükümlülüğüne sahip kişilerin meydana gelen neticelerden, yalnızca bu sıfatlarından dolayı sorumlu tutulup tutulmayacakları konusu uygulamada büyük önem taşımaktadır. Bu husus, özellikle ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi açısından önem arz eder. İlkeye göre, hiç kimse, irade dışı hareketlerden, üçüncü kişilerin meydana getirdiği neticelerden veya doğa olaylarının sebebiyet verdiği neticelerden sorumlu tutulamaz. Şu halde, meydana gelen kazalarda kimlerin hangi dikkat ve özen yükümlülüklerinin bulunduğu titizlikle tespit edilmeli ve taksire ilişkin sorumluluk da her bir kişi bakımından bu tespite göre ayrı ayrı belirlenmelidir.

İfade edelim ki kişilerin taksirli davranışları dolayısıyla sorumlu tutulabilmeleri için, öncelikle icra edilen faaliyete katılan her bir kişi bakımından riayet edilmesi gereken dikkat ve özen yükümlülüğünün kapsamı ayrı ayrı tespit edilmelidir. Bu yöndeki tespitten sonra, katılanların yükümlülüklerini ihlal edip etmedikleri ve meydana gelen neticenin kimin yükümlülüğüne aykırı davranışı sonucunda meydana geldiği belirlenebilir. İşin görülmesine katılan kişilerin her birinin aynı yükümlülük altında olduğu söylenemez veya bir kişiye terettüp eden yükümlülüğün ihlali dolayısıyla başka bir kişinin sorumluluğu da kabul edilemez. Aksi halde icra edilen faaliyete katılan kişiler bakımından kolektif sorumluluk benimsenmiş olur. Bu ise kusur esasına dayalı şahsi sorumluluk prensibine aykırıdır. Nitekim TCK’nın 22’nci maddesinin 5’inci fıkrasında, birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkesin kendi kusurundan dolayı sorumlu olacağı ve her failin cezasının kusuruna göre ayrı ayrı belirleneceği ifade edilmiştir.

Örneğin, İnşaat alanında gerçekleşen bir iş kazası sonucunda bir veya birden fazla kişi ölmüş olabilir. Bu gibi bir olayda öncelikle belirlenmesi gereken, hangi dikkat ve özen yükümlülüğüne ilişkin kuralın ihlal edildiği ve bu yükümlülüğün kime terettüp ettiğidir.

İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 6’ncı maddesine göre, işveren, mesleki risklerin önlenmesi ve bu risklerden korunulmasına yönelik çalışmaları da kapsayacak, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin sunulması için, çalışanları arasından iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirmelidir. Görevlendirilen kişi veya bu konuda hizmet alınan kurum ve kuruluşlar tarafından iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuata uygun olan ve yazılı olarak bildirilen tedbirleri yerine getirmek veya yerine getirilmesini sağlamak da yine işverenin yükümlülükleri arasındadır. Yine kanunun 8’inci maddesine göre, işverene iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili konularda rehberlik ve danışmanlık yapmak üzere görevlendirilen işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı, görev aldığı işyerinde göreviyle ilgili mevzuat ve teknik gelişmeleri göz önünde bulundurarak iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili eksiklik ve aksaklıkları, tedbir ve tavsiyeleri belirlemeli ve işverene yazılı olarak bildirmelidir. Eksiklik ve aksaklıkların düzeltilmesinden, tedbir ve tavsiyelerin yerine getirilmesinden işveren sorumludur.

Söz gelimi iş veren tarafından gerekli nitelikleri haiz ve işinin ehli olan bir iş güvenliği uzmanı istihdam edilmiş ve fakat uzman kişi tarafından tespit edilen aksaklıklar ve alınması gereken tedbirler iş verene zamanında ve gerektiği gibi bildirilmemiş olabilir. Bu durumda iş veren kendisine düşen özen yükümlülüğünü, işinin ehli bir iş güvenliği uzmanı istihdam etmek suretiyle yerine getirmiş olur. Buna karşılık işini gerektiği gibi ifa etmeyen iş güvenliği uzmanının kendisine düşen yükümlülüğü yerine getirmediği söylenebilir. Bu durumda meydana gelen ölüm neticesinden sorumluluğu yoluna gidilmesi gereken kişi iş güvenliği uzmanı olacaktır. Diğer taraftan, iş veren iş güvenliği uzmanı olarak istihdam edeceği kişiyi ehil ve gerekli nitelikleri haiz olan kişiler arasından seçmemiş olabilir. Keza ehil ve gerekli nitelikleri haiz bir kişiyi istihdam etmekle birlikte, iş güvenliği uzmanının bildirdiği eksiklikleri yerine getirmemiş veya eksik yerine getirmiş olabilir. Bu ihtimallerde ise iş verenin kendisine terettüp eden yükümlülükleri yerine getirmediği ve sair şartların da gerçekleşmesi durumunda ölüm neticesinden sorumlu olacağı söylenmelidir.

Yine birden fazla iş verenin veya işletme yöneticisinin söz konusu olduğu durumlarda öncelikle iş verenler veya yöneticiler arasında yazılı olarak yapılmış bir iş bölümü var mı ona bakılmalıdır. Böyle bir iş bölümü yoksa işletmede kazanın meydana geldiği faaliyetin fiilen kimin sevk ve idaresinde gerçekleştiği belirlenmeli ve buna göre özene aykırı davranış dolayısıyla sorumlu kişilerin tespiti yapılmalıdır.

Yargıtay 9. CD., bir kararında, dernek başkanı sıfatına sahip sanığın, işi ehil bir taşerona vermiş olması sebebiyle, camiye ait kubbenin kaplanması sırasında meydana gelen ölüm neticesi açısından sorumluluğunun bulunmadığını kabul etmiştir. Benzer şekilde kendisine ait fabrikanın boyama işini, mesleği boyacılık olan ölene veren sanığın eylemi ile ölüm neticesi arasında illiyet bağı olmadığı belirtilmiştir. Kararlarda, isabetli olarak, olaya karışan kişilerin hareketleri ayrı ayrı değerlendirilmiştir.

Taksirle Öldürme Suçunda Netice

Taksirle ölüme sebebiyet verme neticeli bir suçtur. Kanunun yasakladığı netice; ölümdür. Ölüm neticesinin gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda beyin ölümü kriteri esas alınacaktır.

Taksirle Öldürme Suçunda Nedensellik Bağı ve Objektif İsnadiyet

a. Nedensellik Bağı

Bütün neticeli suçlarda olduğu gibi taksirle öldürme suçunda da meydana gelen ölüm neticesi ile failin fiili arasında nedensellik bağının bulunması zorunludur. Doğal bir olgu olarak nedensellik bağının tespitinde şart teorisi esas alınmaktadır. Buna göre, neticenin gerçekleşmesi bakımından olmazsa olmaz nitelikteki hareketler ile gerçekleşen netice arasında nedensellik bağının varlığı kabul edilir.

b. Neticenin Objektif İsnat Edilebilirliği

Meydana gelen ölüm neticesinden kişinin sorumlu tutulabilmesi için nedensellik bağının varlığı tek başına yeterli değildir. Ayrıca neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi de gerekir. Buna göre, ilk olarak nedensellik bağı tespit edilmeli, sonrasında ise neticenin faile objektif olarak isnat edilip edilemeyeceği araştırılmalıdır.

Aşağıda neticenin objektif isnat edilebilirliği bakımından aranan kriterler ve objektif isnadiyeti ortadan kaldıran haller açıklanacaktır.

b1. Davranışın İzin Verilen Riski Aşan Bir Tehlike Oluşturması

Objektif isnat edilebilirliğin varlığı için fiilin, suçun konusuna yönelik hukuken izin verilen riski aşan bir tehlike oluşturması ve bu tehlikenin neticede gerçekleşmesi gerekir. Günlük hayat içerisinde icra edilen birçok faaliyet mahiyeti itibarıyla tehlikelidir. Söz gelimi trafikte araç kullanma, endüstriyel faaliyetler bünyelerinde tehlike (risk) de barındırmaktadır. Ancak böyle risklerin bulunması sebebiyle araçların trafiğe çıkmasının yasaklanması veya endüstriyel faaliyetlerin tümden engellenmesi söz konusu olamaz. Şu halde ilgili faaliyet bakımından söz konusu olan tehlikelerin gerçekleşmesini önlenmesine yönelik tedbirlere riayet edilmesine karşın neticenin gerçekleşmesi halinde, bu, izin verilen risk kapsamında değerlendirilir. İzin verilen risk kapsamında meydana gelen neticelerden dolayı fail sorumlu tutulamaz. Zira izin verilen risk halinin varlığı, neticenin faile objektif olarak isnadiyetini ortadan kaldıran bir husustur. Örneğin, trafik kurallarına uygun olarak seyreden ve aracının bakımını nizamlara uygun şekilde düzenli olarak yaptıran bir taksi şoförü, direksiyonun beklenmedik bir şekilde aniden kilitlenmesi sonucu aracın hakimiyetini kaybeder ve yol kenarında durakta beklemekte olan bir kişinin ölümüne sebep olur. Şoförün kendisinden beklenen özen yükümlülüğüne uygun hareket etmesine karşın, beklenmedik şekilde meydana gelen bu tür bir netice faile objektif olarak isnat edilemez ve failin taksirli sorumluluğuna gitmek mümkün olmaz.

b2. Neticenin Objektif Öngörülebilirliği

Neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesinin bir koşulu da, neticenin objektif olarak öngörülebilir olmasıdır. Objektif olarak öngörülemeyen neticelere sebebiyet verilmesi halinde, sırf fiil ile netice arasında nedensellik bağının bulunmasından hareketle bu neticeden dolayı sorumluluk söz konusu olamaz. Objektif öngörülebilirliğin söz konusu olmadığı hallerde, nedensellik akışı üzerinde hakimiyetinin bulunmaması sebebiyle netice, kaza ve tesadüfün eseri olarak kabul edilmeli ve fiilinin bir eseri olarak faile isnat edilmemelidir.

Objektif öngörülebilirlik bakımından esas alınacak kriter, failin içinde bulunduğu toplum çevresine ait ortalama kabiliyette bir kişinin meydana gelen neticeyi öngörüp öngöremeyeceğidir. Esas alınan ortalama kabiliyetteki kişi bakımından objektif olarak öngörülemeyen neticeler söz konusu olduğunda, taksirli suçun tipikliğinin gerçekleşmediği sonucuna varılmalıdır.

b3. Yükümlülüğe Aykırılık Bağının Varlığı

Taksirli suçlarda neticenin objektif isnat edilebilirliği bakımından aranan diğer bir husus da, “yükümlülüğe aykırılık bağı”nın varlığıdır. Buna göre, meydana gelen netice, failin dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlalinin bir sonucu olarak ortaya çıkmalıdır. Böyle bir bağın bulunmaması halinde taksirli olarak sebep olunmuş bir neticeden ve taksirli suçtan söz edilemez. Dikkat ve özen yükümlülüğüne uygun hareket edilmesi, neticenin meydana gelme tehlikesini az veya çok azaltacak ise söz konusu bağın varlığı kabul edilmelidir. Yükümlülüğe uygun davranılmasının neticenin meydana gelme tehlikesi üzerinde hiçbir etkisinin olmadığının kesin olarak belirlenebildiği hallerde ise bu bağın yokluğu ve objektif isnadiyetin gerçekleşmediği sonucuna varılmalıdır (riskin artırılması teorisi).

Örneğin, doktor (A) ameliyat sonrası hastaya verilmesi gereken ilaçları ve ilaçların verilme sıklığını hasta bakıcıya bildirir. Buna karşılık hasta bakıcı gerekli özeni göstermez ve bazı ilaç saatlerini atlar ve hasta ölür. Ancak yapılan incelemede doktor tarafından hasta bakıcıya bildirilen ilaçların sanılanın aksine bu tür hastalıkların tedavisinde hiçbir etkisinin olmadığı kesin olarak anlaşılır. Hasta bakıcının hukuka uygun alternatif davranışların neticenin meydana gelme riski üzerinde bir etkisi bulunmadığından ölüm dolayısıyla hasta bakıcı sorumlu tutulamayacaktır.

Keza kişinin salt ehliyetsiz araç kullanmış olması, mutlaka taksirle öldürme veya yaralama suçundan sorumlu tutulmasını gerektirmez. Kişinin aracı ehliyetsiz kullanmasıyla meydana gelen netice arasındaki ilişkinin ortaya konulması gerekir.

b4. Neticenin Normun Koruma Alanı İçinde Bulunması

Taksirli suçlarda objektif isnadiyet bakımından aranan hususlardan biri de, failin hareketi sonucunda meydana gelen neticenin ihlal edilen normun (dikkat ve özen yükümlülüğünün) koruma alanı içerisinde olmasıdır. Gerçekleşen neticeden tamamen başka neticelerin önlenmesine yönelik olan normların ihlali söz konusu olduğunda, gerçekleşen neticenin faile objektif olarak isnat edilmesi mümkün değildir. Bu itibarla, dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edildiği olaylarda, ihlal edilen bu yükümlülüğün hangi neticelerin önlenmesine yönelik olarak ihdas edildiği öncelikle tespit edilmelidir.

Örneğin, kendisine kırmızı ışık yanmasını umursamayan ve yoluna devam eden taksi şoförü ışıkta durmayıp geçtikten sonra beş yüz metre ilerde kaza yaparak birinin ölümüne sebebiyet verir. Yapılan incelemede, şoförün kaza anında uyulması gereken hız sınırına riayet ettiği ve trafik kurallarına uygun halde seyrettiği, herhangi bir özen yükümlülüğüne aykırılığın söz konusu olmadığı, ancak şoför kırmızı ışıkta dursaydı olay yerine ulaştığında yayanın karşıdan karşıya geçmiş olacağı tespit edilmiştir. Kırmızı ışıkta geçiş yasağını düzenleyen normun amacı kavşaklardaki geçişin güvence altına alınması ve oluşacak kazaların önüne geçilmesidir. Buna karşılık trafikte seyreden araçların belirli bir yere daha geç ulaşmalarını sağlama amacı yoktur. Bu bakımdan meydana gelen netice, failin ihlal ettiği normun koruma amacı dışında olup, neticenin faile objektif olarak isnat edilmesi mümkün değildir.

b5. Güven İlkesi

Meydana gelen ölüm neticesinin faile objektif olarak isnat edilebilirliği bakımından güven ilkesi kapsamında gerçekleştirilen davranışlara da değinilmelidir. Özellikle çok sayıda kişinin katılımı ile gerçekleştirilen ve her bir katılımcının, diğerlerinin de yükümlülüklerine uygun olarak davranacağına güvenerek hareket ettiği olaylarda bu ilke önem arz etmektedir.

Burada çeşitli ihtimaller söz konusu olabilir.

Ekip halinde ve iş bölümü içerisinde yürütülen ve birden fazla kişinin katılımının söz konusu olduğu faaliyetlerde, çok sayıda kişinin hareketleri birleşerek bütünlük arz edebilmektedir. Böyle hallerde, aralarında iş bölümü bulunan kişilerin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışları icra edilen görevlere veya gerçekleştirilen katılımın niteliğine göre ayrı ayrı belirlenmelidir. Çünkü işin yapımına katılan kişiler, kendi uzmanlık alanına ait davranış kurallarına uymakla yükümlüdür ve diğerlerinin de kendi üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getireceğine güvenmek durumundadır. Bu nedenle hareketlerin toplu faaliyetlerde birleşmesi durumunda, faillerin sorumluluğu, birbirinden bağımsız olarak kendi uzmanlık alanlarının davranış yükümlülükleri dikkate alınarak tespit edilmelidir.

Güven ilkesinin uygulanabilmesi için sorumluluk paylaşımını düzenleyen ve aralarında iş bölümü olan kişilerin yükümlülüklerini belirleyen davranış kurallarının belirlenmesi gerekir. Böylece farklı davranış kurallarına uymaları beklenen kişiler, diğerlerinin işledikleri kusurlu fiillerden sorumlu tutulmazlar. Bu işleviyle güven ilkesi, cezaların şahsiliği ilkesinin ihlalini ve objektif ceza sorumluluğuna gidilmesini engeller.

İlke gereğince, kendisine terettüp eden objektif dikkat ve özen yükümlülüğüne riayet eden kişiler, aksini düşündürecek emareler bulunmadıkça, diğerlerinin yükümlülüğe aykırı davranışları dolayısıyla meydana gelen neticeden dolayı sorumlu tutulamaz. Bu durumda meydana gelen neticeler, diğer katılımcıların da yükümlülüklerine uygun olarak hareket ettiğine güvenen kişiye objektif olarak isnat edilemeyecektir. Örneğin, ekip halinde gerçekleştirilen cerrahi bir müdahalede, kendisine uzatılan neşteri kullanan cerrah, aksini düşündürecek somut emareler olmadıkça, sterilize etme konusunda görevli olan kişinin bu yükümlülüğüne uygun hareket ettiğine güvenerek bıçağı kullanması durumunda, neşterin sterilize edilmemiş olmasından dolayı meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu olmayacaktır. Güven ilkesi gereği, meydana gelen netice, cerraha isnat edilemez.

Yine doktorun, penisiline duyarlı bir hastaya önceki sağlık öyküsünü sormadan penisilin içeren bir ilaç yazması, eczacının ise doktorun gerekli dikkat ve özeni gösterdiğine güvenerek reçetede yazan ilacı vermesi ve ilacı kullanan hastanın ölmesi durumunda, doktorun taksirle ölüme sebebiyet vermeden sorumluluğu devam etmekle birlikte, objektif isnadiyetin bulunmaması sebebiyle, reçeteye uygun olarak ilaç veren eczacının sorumluluğu yoktur.

Güven ilkesinin gündeme geldiği hallerden biri de, çok sayıda kişinin aynı anda katıldığı trafik kazalarında söz konusu olmaktadır. Araç kullanan veya yaya olarak trafiğe katılan kişilere uymaları gereken belirli kurallar gösterilerek trafiğe çıkmalarına izin verilmektedir. Bu kurallara riayet eden kişiler, somut olarak aksi öngörülmedikçe, diğer kişilerin de bu kurallara uygun davranacağına güvenerek hareket etmekte ve bir trafik kazasında meydana gelen ölüm neticesi, yükümlülüğüne uygun davranan kişiye isnat edilememektedir. Örneğin kendisine yeşil ışık yanan araç sürücüsünün, geçip geçmeme konusunda tereddüde düşmesine gerek yoktur. Çünkü diğer kişilerin de trafik ışıklarına uyacağına güvenmek durumundadır. Ancak somut olarak bir yaya yola girmişse veya kendisine kırmızı yanan bir araç şoförünün durmayacağı konusunda somut birtakım emareler varsa, güven ilkesinden bahsedilemez. Bu halde sürücünün, imkan dahilinde aracını durdurması veya gerekli başkaca tedbirleri alması gerekmektedir. Keza, kendisine kırmızı ışık yanmasına rağmen karşıdan karşıya geçme hususunda tereddüt yaşadığı anlaşılan ve yola atılacağı hususunda emareler bulunan yayanın bu durumunu fark etmesine karşın, sürücünün sırf kendisine yeşil ve yayaya kırmızı yanması sebebiyle hızını kesmeden yoluna devam etmesi güven ilkesi ile açıklanamaz.

b6. Mağdur veya Üçüncü Kişinin Eklenen Davranışının Objektif İsnadiyete Etkisi

Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket eden failin davranışlarına mağdurun veya üçüncü kişilerin davranışlarının eklenmesi ve bunun sonucunda ölüm neticesinin gerçekleşmesi mümkündür. Bu çerçevede objektif isnadiyetin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ve taksirli suçtan sorumluluğun söz konusu olup olamayacağı çeşitli ihtimaller dahilinde değerlendirilmelidir.

Failin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışına, mağdurun serbest iradesiyle kendisini tehlikeye atma şeklindeki fiilinin eklenmesi sonucunda ortaya çıkan neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi mümkün değildir. Ancak bunun için mağdurun serbest iradesiyle hareket etmesi ve failin katkısının sadece mümkün kılma ile sınırlı olması gerekir. Şayet fail, mağdur ile eşit veya ondan daha ağır bir yükümlülüğe aykırılık içinde ise objektif isnadiyet mevcuttur.

Yargıtay 9. CD., 08.10.2007 tarihli bir kararında; kum ocağında elektrikçi olarak görev yapan ve çalışma sezonu dışında bekçilik görevini de yürüten işçinin henüz faaliyete geçmeyen ocakta elektrik panosu odası yapımı için kum gerekmesi nedeniyle görevi ve yetkisi dışında, kepçe operatörü belgesi de bulunmadan işverenden izinsiz kum taşırken aracın hakimiyetini yitirerek ölmesi olayında sanığın eylemi ile meydana gelen netice arasında uygun nedensellik bağı olmadığı (bizce objektif isnadiyetin bulunmaması) gerekçesiyle mahalli mahkemece verilen mahkumiyet kararını bozmuştur.

Yargıtay, bir başka olayda, failin tamiratını üstlendiği potaya, etrafta uygun potalar varken ve potanın tamirat altında olduğu belliyken, zıplayarak asılan maktulün, potanın üstüne devrilmesi sonucunda yaralanması ve sonrasında da hastanede ölmesi olayında, failin ceza sorumluluğunu; “kişinin bizzat kendi kusurlu hareketiyle öldüğü gerekçesiyle” kabul etmemiştir. Bizce de riski üstlenerek davranışını gerçekleştiren kişi bizzat mağdurun kendisidir. Bundan dolayı meydana gelen netice, faile objektif olarak isnat edilemeyecektir.

Failin taksirli davranışı bir başkasının kasıtlı fiili ile tamamlanarak netice meydana gelmiş olabilir. Bu ihtimalde failin taksirli davranışı, kasten hareket eden üçüncü kişinin davranışı bakımından nedensel bir katkı sağlamakta, diğer bir ifadeyle, onu mümkün kılmaktadır. Rücu yasağı ile de çözüme kavuşturulmaya çalışılan bu ihtimalde, gerçekleşen neticenin taksirle davranan faile objektif olarak isnadı ancak üçüncü kişinin kasten gerçekleştireceği hareketler bakımından olayda müşahede edilebilir emarelerin varlığı ya da failin meydana gelebilecek muhtemel neticeler bakımından garantör olarak sorumluluğunun bulunması halinde mümkündür. Örneğin, fail (A) av dönüşü bir kahveye oturur ve tüfeğini masaya dayayarak gazete okumaya başlar. Bu sırada kahvede bulunan (B) ve (C) kavga etmektedir. Kavganın şiddetlenmesi üzerine (B), masaya dayalı halde gördüğü tüfeği kaparak (C)’ye ateş eder ve ölümüne sebebiyet verir. Olayda (A)’nın davranışı dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırıdır. Bununla birlikte bu taksirli davranış, (B)’nin kasıtlı fiili ile tamamlanarak (C)’nin ölümüne sebebiyet vermiştir. Her ne kadar (A)’nın taksirli hareketine (B)’nin kasıtlı hareketi eklenmişse de, (A)’nın kahveye girdiği sırada içerde kavganın olması, tüfeğin açıkta bırakılmasının böyle bir neticeye sebebiyet verebileceği hususunda bir emare teşkil etmektedir. Bu nedenle üçüncü kişi olan (B)’nin kasıtlı davranışı, meydana gelen neticenin (A)’ya isnat edilmesine engel teşkil etmeyecektir ((A) taksirle öldürmeden sorumlu olur).

Failin taksirli davranışına, üçüncü bir kişinin taksirli davranışının eklenmesi ve birbirine eklenen bu davranışlar sonucunda neticenin gerçekleşmesi mümkündür. Taksirli suçlara iştirak söz konusu olmadığından, bu gibi ihtimallerde neticenin meydana gelmesine katkıda bulunan her bir fail, kendi kusurundan dolayı sorumlu olacaktır. Faillerin sorumluluğu, dikkat ve özen yükümlülüklerini ihlal ve kusurları dikkate alınarak ayrı ayrı belirlenecektir (TCK m.22/5). Bu gibi hallerde, sorumluluğun matematiksel olarak ortaya konulması ve failler arasında taksim edilmesi söz konusu olamaz.

Yargıtay uygulaması da bu yöndedir.

Ancak bunun için üçüncü kişinin taksirli hareketinin, failin netice üzerindeki hakimiyetini ortadan kaldırmamış olması gerekir. Örneğin, dikkatsiz ve özensiz araç kullanan (A), trafik kazasında (B)’nin yaralanmasına sebebiyet verir. Fakat (B), hastanede uygulanan yanlış tedavi sonucunda ölür. Burada (A)’nın taksirle yaralama suçundan sorumluluğu vardır. Uygulanan yanlış tedavi sebebiyle meydana gelen netice (A)’ya objektif olarak isnat edilemez ve ölüm neticesinden (A) sorumlu tutulamaz. Taksirle öldürme suçundan ise sağlık görevlileri sorumlu olacaktır. Zira bu durumda, eklenen taksirli hareketler, neticenin failin hakimiyet alanı dışında gerçekleşmesine sebebiyet vermektedir.

Fail ve mağdurun karşılıklı taksirli hareketlerinin birleşmesi sonucunda yasaklanan netice meydana gelmişse failin sorumluluğunun ortadan kalkabilmesi için failin netice üzerindeki hakimiyetinin devam etmemesi gerekir. Diğer bir deyişle, neticenin meydana gelmesinde mağdurun taksirli hareketi, neticenin faile yüklenmesini engelleyecek derecede illi seri üzerinde hakimiyet kurmuş olmalıdır. Aksi takdirde failin sorumluluğu devam edecektir.

Taksirli hareketler arasında takas da mümkün değildir. Örneğin şehir içinde hız sınırının üzerinde araç kullanan failin, kendisine kırmızı ışık yanarken karşıdan karşıya geçmeye çalışan yayaya çarpması durumunda mağdur ile failin taksirli hareketleri birleşmiştir. Ancak burada mağdur da taksirli olmakla birlikte hukuken tasvip edilmeyen riski tek başına artırmamıştır. Failin, taksirle öldürme suçundan sorumluluğu devam etmektedir. Buna karşılık, meydana gelen ölüm, maktulün kendi taksirli hareketinin eseriyse, fail taksirle ölüme sebebiyet vermeden sorumlu tutulamayacaktır.

Taksirle Öldürme Suçunda Fail, Mağdur ve Konu

Taksirle öldürme suçunun faili herkes olabilir.

Bu suç mağduru bakımından da bir özellik arz etmemektedir. Herkes bu suçun mağduru olabilir. Mağdur, icra edilen fiil ile yaşamına son verilen kişidir. Ölenin yakınları suçtan zarar gören olabilir.

Suçun konusu yaşayan insandır. Bu suçta mağdur ve suçun konusunun örtüştüğünü ifade etmek gerekir.

Taksirle Öldürme Suçunda Tipikliğin Manevi Unsurları

Bilindiği üzere taksirli suçların basit taksir ve bilinçli taksir olmak üzere iki çeşidi bulunmaktadır. Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık sebebiyle suçun kanuni tanımında belirtilen maddi unsurların gerçekleşeceğinin öngörülmeyerek davranışın icra edilmesi sonucunda söz konusu maddi unsurların ve bu arada neticenin gerçekleşmesi halinde basit taksirden söz edilir.

Basit taksir halinde suçun haksızlık muhtevasını, objektif dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışın gerçekleştirilmesi ve bu davranış sonucunda meydana gelen neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi oluşturmaktadır. Objektif nitelikteki bu iki hususun varlığı halinde basit taksirle işlenen suçun haksızlığı da oluşmaktadır. Bu itibarla, basit taksirle işlenen suçlarda suçun manevi unsurunun bulunmadığı kabul edilmektedir.

Suçun maddi unsurlarının gerçekleşebileceği öngörülmesine ancak gerçekleşmelerinin istenmemesine karşılık, yükümlülüğe aykırı hareketi gerçekleştirmekten kaçınmama halinde ise bilinçli taksir söz konusudur (m.22/3). Suçun maddi unsurlarının gerçekleşebileceğinin fail tarafından “öngörülmüş ve fakat istenmemiş olması” bilinçli taksirle işlenen suçların manevi unsurlarını oluşturmaktadır.

Bilinçli taksiri basit taksirden ayıran husus, bilinçli taksirde suçun maddi unsurlarının gerçekleşebileceğinin öngörülmüş olmasıdır. Konuyla ilgili madde gerekçesinde; “Bilinçli taksiri basit taksirden ayıran özelik, fiilin neticesinin failce fiilen öngörülmüş ve fakat istenmemiş olmasıdır” denilmektedir.

Olası Kast ile Bilinçli Taksir Ayrımı

Olası kast ile bilinçli taksir arasında da bir benzerlik olduğunu ifade etmek gerekir. Gerek bilinçli taksir halinde gerekse de olası kast halinde fail, suçun maddi unsurlarından birinin gerçekleşebileceğini öngörmektedir. Buna rağmen fail, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareketini gerçekleştirmekten kaçınmamaktadır. Ancak kişi, hareketine devam ederken olası kastta olduğu gibi “olursa olsun” şeklinde bir katlanma veya kabullenme ile değil, neticenin gerçekleşmeyeceğine ilişkin bir güvenle hareket etmekte, fakat sonuçta korkulan olmaktadır. Diğer bir anlatımla, bilinçli taksirde öngörme, failde suçun maddi unsurlarının gerçekleşmeyeceğine ilişkin bir kanıyla (güvenle) birlikte bulunmaktadır.

Kastta ve özellikle olası kastta ise öngörülen suçun maddi unsurlarının gerçekleşmeyeceğine dair bir güven bulunmamakta, suçun maddi unsurlarının gerçekleşeceği bilinmekte (kast) veya muhtemel addedilerek bunlara kayıtsız kalınarak kabullenilmektedir (olası kast).

Belirtmek gerekir ki, faildeki güvenin bir dayanağı olmalıdır. Bu dayanak, failin bilgisi, tecrübesi, kişisel yetenekleri veya kullanılan vasıtanın niteliği olabilir. Bilinçli taksirden bahsedilebilmesi için somut olayın özelliğine göre failin neticenin gerçekleşmeyeceği yönündeki kanaatine ilişkin şartların oluşup oluşmadığı ayrıca incelenmelidir.

Bilinçli taksir ile olası kast arasındaki ayrıma ilişkin geliştirilen “Frank” formülüne göre ise, fail öyle veya böyle neticeyi gerçekleştirecekti denebiliyorsa olası kast; neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi gerçekleştirmeyecekti denilebiliyorsa bilinçli taksir gündeme gelir.

Yargıtay’ın konuya ilişkin bir kararında, nişan için gelerek sanığın evinde misafir olan, sanıkla samimi olan ve hiçbir husumeti bulunmayan maktulün, sanığın uzak mesafeden şaka amacıyla elinde bulundurduğu yarı otomatik silahın patlaması sonucu öldüğü olayda; olası kastla öldürme suçundan hüküm kurulması gerektiği belirtilmiştir.

Düşüncemize göre, burada bilinçli taksir hükümlerinin tatbik edilmesi daha doğru olurdu. Çünkü olayda sanığın bir amaç uğruna meydana gelen neticeyi kabullendiğinden bahsetmek mümkün değildir. Sanık ya silahın ateş alacağını bilerek ve bunu isteyerek hareket etmiştir ya da silahın ateş almayacağına güvenerek şaka yapmak istemiş ve bilinçli taksirle hareket etmiştir. Olayın özellikleri ve sanığın, ölenle hiçbir husumetinin bulunmaması ve silahın ateş almasından sonra hemen yardıma koşması dikkate alındığında bilinçli taksirin koşullarının oluştuğunu kabul etmek daha isabetli olurdu.

Trafik Kazası Neticesinde Ölüme Neden Olma: Basit Taksir ve Bilinçli Taksir Ayrımı

Trafik kurallarına riayet etmeme şeklinde ortaya çıkan dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılıklarda, basit taksir – bilinçli taksir ayrımını yapmakta zorluk yaşanmaktadır.

Yargıtay verdiği kararlarda failin; meskun mahalde sollama yasağı olan yerde hatalı sollama yapıp karşı şeritten gelen kimsenin yoluna girme , kırmızı ışıkta geçerek kendisine yeşil ışık yanan kişiye çarpma , meskun mahaldeki kavşak içi yolda aşılmaması gereken hız limitini aşıp 90 km hızla seyrederek sollamaya geçen sanığın seyir yönüne öndeki aracın geçmesi ile daha sola yönelmesi ve orta refüje çarparak direksiyon hâkimiyetini kaybedip sağa savrularak yol kenarında yürüyen yayalara çarpma , silah tehdidiyle ve cebir ve şiddetle ellerini bağlayıp maktulü arabanın bagajına kapattıktan sonra polislerin takibinden kurtulmak için hızla kullandığı aracın hakimiyetini kaybetme sonucunda meydana gelen ölümlü kazalarda bilinçli taksiri kabul etmiştir.

Buna karşılık Yargıtay verdiği bazı kararlarda; gözlüklü araç kullanması gereken kimsenin salt gözlüksüz araç kullanmasını veya failin ehliyetsiz olmasını bilinçli taksirin kabulü açısından yeterli görmemiştir.

İfade edelim ki kendisine kırmızı ışık yanarken, henüz yayaların geçmeye başlamamasına güvenerek hareket eden failin kaza yapıp ölüme sebebiyet vermesi halinde, bilinçli taksir söz konusu olabilir. Çünkü yayaların geçebileceği genel bir şekilde öngörülmekte ancak geçmeyeceklerine güvenerek yola devam edilmektedir. Buna karşılık failin, dikkatsiz davranarak ışığı fark etmemesi, kaza mahallinde trafik ışığı olan yaya geçidi olmasına rağmen maktulün bunu kullanmayarak daha ileriden kontrolsüzce yola girmesi veya maktulün yaya geçidi ile trafik lambası bulunmayan yol kenarında koyu renk elbiseyle dolaşması olaylarında failin suçun maddi unsurlarından birini öngördüğü söylenemez. Bu örneklerde bilinçli taksir gündeme gelmeyecektir. Ancak failin meskun mahalde hız sınırının çok üzerinde seyretmesi durumunda bilinçli taksir söz konusu olabilir.

Hukuka Aykırılık Unsuru

Hukuka aykırılık bakımından taksirli suçlar ile kasıtlı suçlar arasında temelde bir farklılık bulunmamaktadır. Bu itibarla, kasıtlı suçlarda hukuka aykırılık ile ilgili olarak yapılan açıklamalar taksirli suçlar bakımından da geçerlidir. Kendine özgü yapısı içerisinde taksirli suçun tipikliğinin gerçekleşmesi, bu davranışın hukuka aykırı olduğu hususunda bir karine teşkil eder. Özellikle taksirli suçun tipikliğinin maddi unsuru olarak davranışın objektif dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı olması, fiilin hukuka aykırılığı üzerinde özel bir önemi haizdir. Fakat olayda bir hukuka uygunluk sebebinin mevcut olması, kasıtlı suçlarda olduğu gibi, taksirli davranışın da hukuka uygun olarak ortaya çıkmasına sebep olur.

Taksirle Adam Öldürme Suçu ve Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB)

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB), failin mahkumiyetine karar verilmiş olmasına rağmen, mahkemenin belirlediği denetim süresi boyunca herhangi bir kasıtlı suç işlememesi durumunda bu mahkumiyetin hukuki bir sonuç doğurmamasını sağlayan bir ceza hukuku müessesesidir. Bu uygulama, ceza hukuku sisteminde failin topluma kazandırılması amacıyla getirilmiş olup, sabıkasız kişiler için önemli bir fırsat niteliğindedir.

Taksirle adam öldürme suçu, failin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışı sonucu bir kişinin ölümüne neden olmasıyla oluşur. Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 85. maddesi kapsamında düzenlenen bu suçta, failin kusur derecesine bağlı olarak verilecek ceza 2 ila 6 yıl arasında değişmektedir. Ancak taksirle adam öldürme suçu kapsamında verilecek hapis cezasının 2 yıl veya daha az olması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verilebilmektedir. Bilinçli taksir halinde ise cezanın alt sınırı 3 yıl olduğundan HAGB uygulanması mümkün değildir.

HAGB kararı verilebilmesi için kanun koyucu, failin mağdurun yakınlarının maddi zararlarını karşılamasını şart koşmuştur. Mahkeme, bu zararın giderilip giderilmediğini değerlendirerek fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verebilir. Eğer mağdurun ailesi uğradığı zararları karşılanmışsa ve sanığın geçmişi, sosyal durumu ve duruşmadaki tutumu olumlu yönde değerlendirilmişse HAGB kararı verilebilir. Ancak denetim süresi içinde sanık kasten bir suç işlerse, mahkeme, geri bırakılan hükmü açıklar ve sanık hakkındaki ceza kesinleşerek infaz aşamasına geçilir.

Taksirle Adam Öldürme Suçu ve Cezanın Adli Para Cezasına Çevrilmesi

Taksirle adam öldürme suçu, ceza hukuku sisteminde “seçenek yaptırımlara çevrilebilir nitelikteki suçlar” arasında yer almaktadır. Bu nedenle taksirle öldürme suçu nedeniyle hükmedilen hapis cezası, belirli koşulların varlığı halinde adli para cezasına çevrilebilir. Ancak burada önemli olan husus, cezanın süresi ne kadar olursa olsun adli para cezasına çevrilebilmesidir.

Türk Ceza Kanunu’nun 50. maddesi, taksirli suçlar için özel bir düzenleme öngörmüş olup, taksirle işlenen suçlarda, mahkeme tarafından failin kişilik durumu ve suçun işleniş biçimi dikkate alınarak hapis cezasının adli para cezasına çevrilebileceği belirtilmiştir. Yani mahkeme, faile 15 yıl hapis cezası da vermiş olsa, gerekli şartların sağlanması durumunda bu cezayı adli para cezasına çevirebilir.

Ancak bilinçli taksir halinde, failin sonucu öngördüğü fakat neticenin gerçekleşmeyeceğini düşünerek hareket ettiği kabul edildiğinden, bu durumda mahkemenin hapis cezasını adli para cezasına çevirme yetkisi bulunmamaktadır. Yani bilinçli taksirle işlenen suçlarda cezanın hafifletilmesi mümkün olsa da, adli para cezasına çevrilemez.

Sonuç olarak, taksirle adam öldürme suçunda, failin bilinçli taksirle hareket edip etmediği, mahkemenin ceza belirlemesi sürecinde oldukça önemlidir. Eğer suç basit taksirle işlenmişse ve failin durumu uygun görülüyorsa, cezanın adli para cezasına çevrilmesi mümkündür. Ancak bilinçli taksir halinde, cezanın mutlaka hapis cezası olarak infaz edilmesi gerekir.

Taksirle Öldürme Suçunda Özel İçtima Hükmü: Failin Birden Fazla İnsanın Ölümüne Neden Olması

TCK’nın yukarıda metnini verdiğimiz 85. maddesinin 2’nci fıkrasına göre fiilin; birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermesi ya da bir veya birden fazla kişinin ölümüyle bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına sebebiyet vermesi halinde faile tek bir ceza verilecektir. Ancak bu halde, suçun temel şeklinde öngörülen 2 yıldan 6 yıla kadar hapis yerine 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası hükmedilecektir. Böylece taksirle öldürme suçuna ilişkin olarak özel bir içtima hükmüne yer verilmiş olmaktadır.

Söz konusu özel içtima hükmünün uygulanabilmesi için zikredilen birden fazla neticeye tek bir fiil ile sebebiyet verilmiş olmalıdır. Burada fail, tek bir fiille, kanunun aynı hükmünü birden fazla kez ihlal edebileceği gibi (birden fazla kişinin ölümü), taksirle yaralama ve taksirle öldürme suçlarını işleyerek birden fazla hükmünü de ihlal edebilir.

Fiilin tekliği belirlenirken hukuki anlamda hareket tekliğinden hareket edilir. Buna göre, failin gerçekleştirdiği hareketler hukuki bir bakış açısı ile değerlendirilmeli, doğal anlamda birden fazla hareket, hukuki yönden değerlendirildiğinde bir bütün oluşturmakta ise tek fiil olarak kabul edilmelidir. Doğal anlamda tek bir fiilin söz konusu olduğu durumda, şüphesiz hukuki anlamda da tek bir fiil vardır. Ancak doğal anlamda birden fazla hareketin bulunduğu her durumda birden fazla fiilin varlığından bahsedilemez. Bazı durumlarda, doğal anlamda birden fazla hareketin bulunmasına karşın hukuki anlamda tek bir fiil bulunabilir. Hukuki anlamda hareket tekliği görüşüne göre, iki durumda, doğal anlamda birden fazla hareket bulunmasına karşın hukuki anlamda tek bir fiilin varlığı kabul edilmektedir. Bunlar; doğal fiil tekliği ve tipik hareket tekliğidir.

Taksirle öldürmeye ilişkin söz konusu özel içtima hükmü bakımından doğal fiil tekliği hali önem arz etmektedir. Doğal fiil tekliğinde, doğal anlamda birden fazla hareket bulunmasına karşılık bu hareketler, tek bir iradi karara dayanıyor ve dışarıdan bakıldığında tarafsız bir gözlemcinin nazarında bu hareketler yer ve zaman yönünden tek fiil olarak nitelendirilebilecek kadar birbiriyle sıkı bir yakınlık gösteriyorsa, bu hareketler tek bir fiil olarak nitelendirilmelidir. Örneğin, polisin dur ihtarına uymayarak, trafik güvenliği açısından tehlike oluşturacak şekilde kaçan failin, kaçışı sırasında onu durdurmaya çalışan polis görevlilerinin taksirle ölümüne sebebiyet vermesi halinde, hukuki anlamda tek fiil ile suçun işlenmesi söz konusudur. Yine inşaat sahasında, birden fazla iş güvenliği önlemini ihmal ederek taksirle ölüme sebebiyet veren failin davranışı bu kapsamda değerlendirilebilir.

Bu özel içtima hükmünün uygulanabilmesi için, birden çok neticeye tek bir fiille sebebiyet verilmesi gerektiğinden, ayrı zamanlarda ve ayrı nitelikte iki dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışla birden fazla kişinin ölmesine veya yaralanmasına sebebiyet verilmesi halinde bu hüküm uygulanmaz. Örneğin failin taksirle gerçekleştirdiği ihmali hareketiyle bir kişinin yaralanmasına sebep olduktan sonra yaralıyla ilgilenmek için trafik kurallarına uymadan süratle hastaneye götürürken bir başka kişinin ölümüne sebebiyet vermesi olayında; kural ihlali yaparak hastaneye gitmesi, yeni bir dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık teşkil eder. Artık bu süreçte bir başkası da trafik kazasında ölse, 85. maddenin 2. fıkrasında yer alan hüküm uygulanmaz. Bu durumda taksirle yaralama ve taksirle öldürme suçlarından ayrı ayrı hüküm kurulmalıdır.

Yargıtay uygulaması da aynı doğrultudadır: Yargıtay 12. CD., 28.2.2012 tarihli kararında özetle; sanığın, Servet ve Aslan ile birlikte Konya elektrik şebekesi işini yapıkları, sanığın şantiye şefi olduğu, gerekli önlemleri almaması sebebiyle Aslan’ın elektriğe kapılarak yaralandığı, sanığın Aslan ile birlikte hastaneye giderek orada kaldığı, şantiyeye dönen Servet’in de elektriğe kapılarak öldüğü olayda; Aslan’ın yaralanmasına sebebiyet veren dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı fiil ile Servet’in ölümüne sebebiyet veren dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı fiilin farklı olduğu ve bu nedenle ayrı ayrı taksirle öldürme ve taksirle yaralama suçundan hüküm kurulması gerektiğinden bahisle bozma kararı vermiştir. (Yargıtay 12. CD., 28.2.2012, 2012/9087 E., 2013/4838 K.)

Ölüm neticesi ile birlikte meydana gelen yaralamanın niteliği, bu hükmün uygulanması açısından önem taşımaz. Diğer bir anlatımla, ölüm neticesinin yanında bir veya birden fazla kişinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanması halinde dahi 85’inci maddenin 2’nci fıkrası hükmü uygulanacaktır. Ancak 61’inci maddenin 1’inci fıkrasının (e) bendinde “meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı” dendiği için, hakim cezayı belirlerken yaralamanın ağırlığını dikkate alacaktır.

Belirtelim ki, taksirle öldürme suçunun yanında gerçekleşecek taksirle yaralama suçunun niteliği, şikayet açısından da önem arz etmektedir.

Taksirle yaralamayı düzenleyen 89. maddenin 5. fıkrası; “Taksirle yaralama suçunun kovuşturulması şikayete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikayet aranmaz” şeklindedir. Bir kişinin ölümüyle birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına bilinçli taksirle sebebiyet verilmesi halinde, yaralamaların 89. maddenin 1. fıkrasına girmesi istisna olmak üzere, 85. maddenin 2. fıkrası uygulanacaktır. Ancak taksirle yaralamanın 89. maddenin 1. fıkrasına giren haller hariç olmak üzere basit taksirle işlenmesi halinde, doktrinde ve içtihatta, ikinci fıkrada yer alan özel içtima hükmünün uygulanabilmesi için mağdurların şikayeti şartı aranmıştır.

Taksirle Öldürme Suçunda Şahsi Cezasızlık Sebebi ve Cezada İndirim

Genel Bilgiler

Taksirli suçlarda, bazen fail açısından işlediği fiil sonucu büyük bir mağduriyet de doğabilmektedir. Bu durumu göz önünde bulunduran kanun koyucu, TCK’nın 22’nci maddesinin 6’ncı fıkrasında, “taksirli hareket sonucunda, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumunun, artık bir cezanın verilmesini gereksiz kılacak derecede etkilenmiş olması halinde ceza verilmeyeceği, bilinçli taksir halinde ise cezanın yarıdan altıda birine kadar indirilebileceği” yönünde bir düzenleme yapmıştır.

Basit taksirde, suçun bizzat fail üzerinde artık cezaya hükmedilmesini yersiz kılacak şekilde ağır bir etki doğurması halinde hakime takdir yetkisi bırakmaksızın şahsi cezasızlık sebebinin uygulanacağı belirtilmektedir. Bilinçli taksirde ise şahsi cezasızlık sebebi değil, cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep öngörülmüştür.

Şahsi Cezasızlık Sebebi

Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmiş kişinin, işlediği fiil sonucunda bir aile ferdini kaybetmesi, onun için zaten çok ağır bir ceza anlamına gelir. Bu kişiye tekrar bir ceza verilmesinde suç politikası açısından fayda bulunmadığı gibi, ailenin diğer fertleri için de ceza, tekrar bir yıkım etkisi ortaya çıkarabilir. 22’nci maddenin 6’ncı fıkrası ile bu tür durumların önüne geçilmesi ve cezaların hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurması önlenmek istenmiştir.

Gerekçede yapılan açıklamalar da bu yöndedir: “Örneğin Ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisinin ve ailesi bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla, sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hâllerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır”.

Şahsi Cezasızlık Sebebi Şartları

Gerekçeden de anlaşıldığı üzere, bu şahsi cezasızlık sebebinin uygulanabilmesi için iki şartın gerçekleşmesi gerekir: 1- Taksirli fiil sonucu meydana gelen neticenin, cezanın tatbikini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açması, 2- Mağduriyetin münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından ortaya çıkması.

Bu fıkrada yer alan şahsi cezasızlık sebebinin uygulanabilmesi için, her iki şartın birlikte gerçekleşmesi aranır. Bu nedenle yalnızca fail ile ölen arasındaki akrabalık ilişkisine bakılarak şahsi cezasızlık sebebinin uygulanması mümkün olmayabilir. Burada failin, ortaya çıkan ölüm neticesi sebebiyle ceza verilmesini gereksiz kılacak derecede bir mağduriyete uğramış olması da aranır. Örneğin araç kullanan failin, yoldan çıkarak bir ağaca çarpması sonucunda yan koltukta oturan ve aralarında şiddetli geçimsizlik bulunan eşinin ölmesi halinde, bu sonuçtan, acı ve elem yerine gizli bir memnuniyet duyması söz konusu olabilir. Bu durumda ceza verilmesini gereksiz kılacak bir mağduriyetten bahsedilemez.

Faildeki mağduriyetin cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede olup olmadığı, hakim tarafından takdir edilecektir. Hakim, bu konuda dayanak noktalarını da göstermek suretiyle değerlendirme yapacaktır. Şu halde failin, taksirli hareketi nedeniyle bir akrabasını kaybettiği her durumda cezasızlık nedeni tatbik edilmeyecektir. Bununla birlikte hakim, böyle bir mağduriyetin doğduğuna kanaat getirirse, şahsi cezasızlık sebebini uygulamak zorundadır.

Ayrıca, hükmün uygulanabilmesi için, suçun, yalnızca failin ailevi ve kişisel durumunu etkileyecek şekilde mağduriyete sebebiyet vermesi gerekir. Diğer bir deyişle mağduriyet, hem kişisel hem ailevi olmalıdır. Madde metninde yer alan “ve” bağlacı bunu gösterir.

Kişinin, aile bireyleri kadar yakın ilişki kurduğu kişilere karşı taksirle öldürme suçunu işlemesi durumunda bu hükmün uygulanabilirliği tartışılmıştır.

Yargıtay 9. CD.’nin, 30.12.2008 tarihli kararında özetle; maddede failin münhasıran kişisel ve ailevi durumu ile ilişkilendirilen taksirli suçlarda şahsi cezasızlık sebebinin, yalnızca eşi, anne-babası ve çocuklarıyla değil bunlara benzer şekilde insani bağ ve yakınlık kurduğu kişileri de kapsadığı, örneğin birlikte yaşadığı, bakıp büyüttüğü kişilerin de ailevi ve kişisel mağduriyette dikkate alınacağı söylenmiştir.

Öğretide ise bu yorumun, “olması gereken hukuk” açısından savunulabilir olsa da, madde metninin böyle bir yoruma açık olmadığı, yalnızca failin çok yakın akrabalarının taksirle ölümüne sebebiyet verdiği hallerde maddede aranan kişisel ve ailevi mağduriyetin doğacağı ifade edilmektedir. Şu halde birlikte yaşayan ve karı koca olmayan iki kişinin tatile gittikleri sırada, arabayı kullananın uykusuzluk nedeniyle yoldan çıkarak arkadaşının taksirle ölümüne sebebiyet vermesi durumunda bu hüküm uygulanamayacaktır. Çünkü, burada, netice kişisel olarak etkili olsa da ailevi açıdan bir etki doğurmaz.

Maddede, aranan akrabalık ilişkisinin hangi düzeyde olacağı belirtilmemiştir. Yargıtay içtihatlarında failin; yeğeni, amcaoğlu, eşinin kardeşi ve eniştesi, nişanlısı, kayınbiraderi artık cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete sebebiyet verecek yakınlıkta sayılmamıştır.

Buna karşılık Yargıtay, “ölenin amcası olan sanığın, ekonomik ve ailevi nedenlerle aynı evde yaşadığı ve yakın ilişkilerinin bulunduğu gerekçesiyle şahsi cezasızlık sebebinden yararlanabileceği” içtihadında bulunmuştur.

Kanaatimizce madde metninde geçen “münhasıran kişisel ve ailevi” durumun etkilenmesi şartından ne anlaşılması gerektiği içtihatlarda açıkça ortaya konabilmiş değildir. Bizce amca-yeğen örneğinde olduğu gibi fail ile mağdur arasındaki akrabalık ilişkisi araştırılmalı, bunun sonucuna göre gerçekten failin, ölen ile yakın bir ilişki içerisinde bulunduğu ve meydana gelen netice ile ailevi durumunun artık bir cezaya hükmetmeyi gereksiz kılacak derecede etkilendiği tespit edilirse, şahsi cezasızlık sebebi mevcut hali dikkate alındığında, bu gibi olaylarda da şahsi cezasızlık sebebinin uygulanamayacağı kabul edilmelidir. Ancak failin yaşadığı mağduriyet ceza bireyselleştirilirken dikkate alınmalı ve ona göre ceza tayin edilmelidir117 .

Meydana gelen ölüm neticesinin, failin yakın akrabası olan maktulün akrabalarını da mağdur ettiği ve onların da kişisel ve ailevi durumlarının etkilendiği söylenebilir. Ancak bu husus, “münhasıran” failin kişisel ve ailevi durumunun etkilenmesi şartının önünde engel değildir118 .

Maddede, “münhasıran” ifadesi kullanıldığı için, taksirle öldürme suçunda meydana gelen neticenin başkalarına da zarar vermesi durumunda, burada öngörülen şahsi cezasızlık sebebi uygulanamayacaktır119 . Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bir kararında, failin taksirli hareketi neticesinde, eşinin ölümüne ve birden fazla kişinin yaralanmasına (6 kişi) sebebiyet vermesi durumunda, failin eşinin dışında başkalarının da zarar gördüğü ve neticenin bölünemeyeceği belirtilerek, 22’nci maddenin 6’ncı fıkrasının uygulama alanı bulmayacağı sonucuna varılmıştır120 .

Şahsi cezasızlık sebebinin düzenlenmesinin bir diğer etkisi de, savcıya kamu davası açıp açmama hususunda tanınan takdir yetkisinde ortaya çıkmaktadır. CMK’nın 171’inci maddesinin 1’inci fıkrası şahsi cezasızlık sebebinin varlığı halinde Cumhuriyet savcısına, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verme yetkisi tanımıştır.

Cezadan İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep

Taksirli suçlarda şahsi cezasızlık sebebi için yaptığımız açıklamalar, cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep açısından da geçerlidir. 22’nci maddenin 6’ncı fıkrasında, basit taksir ve bilinçli taksir arasındaki fark nedeniyle taksir açısından şahsi cezasızlık sebebi öngörülürken, bilinçli taksir için cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep hükmü getirilmiştir.

Buna göre bilinçli taksirle bir kimsenin ölümüne sebebiyet veren faile, şahsi cezasızlık sebebi açısından söylediğimiz şartların gerçekleşmesi halinde, verilecek ceza yarısından altıda birine kadar indirilebilir.

Şahsi cezasızlık sebebinden farklı olarak burada hakime, hem cezanın indirilmesi hususunda hem de bu indirimin miktarı konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.

Taksirle Öldürme Suçu Emsal Yargıtay Kararları

Bilinçli Taksirle Ölüme ve Yaralamaya Sebebiyet Verme Durumunda Hükmün Yanlış Tesis Edilmesi

Karar Metni:
Sanığın, kontrolsüz bir şekilde sürdüğü aracıyla başka bir araca çarpması sonucu bir kişinin ölümüne ve bir kişinin kemik kırığı oluşacak şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği olayda, bilinçli taksirle hareket ettiği tespit edilmiştir. Ancak mahkeme, TCK’nın 85/1. maddesine göre hüküm tesis etmiş, oysa yaralama fiili TCK 89/2-b kapsamında olduğundan şikâyete tabi olmaması nedeniyle kararın bozulması gerektiğine hükmedilmiştir.

Karar Künyesi:
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 08.06.2009, 5288/6796

Taksirli Suçlarda Failin Kendi Şartları Dikkate Alınmalıdır

Karar Metni:
Taksirli suçlarda failin sorumluluğunun belirlenmesi için sadece objektif özen yükümlülüğü değil, failin bireysel yetenekleri, algılama gücü, tecrübesi ve içinde bulunduğu koşullar da dikkate alınmalıdır. Sorumluluk ancak failin, dikkat ve özen yükümlülüğünü öngörebilecek durumda olmasına rağmen bu yükümlülüğe aykırı davranması halinde doğar. Ortalama insan standardı yerine failin kişisel şartlarının göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir.

Karar Künyesi:
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 05.10.2010, 1-132/183

Geri Manevra Sırasında Meydana Gelen Ölüm Halinde Eksik Soruşturma Nedeniyle Bozma

Karar Metni:
Sanığın, aracını geri manevra yaparken yol üzerinde bulunan kişiye çarpması sonucu ölümle neticelenen olayda, ölenin taşıt yolu üzerinde bulunması nedeniyle kusur durumu tartışılmalıdır. Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi veya uzman bilirkişi heyetinden rapor alınmadan karar verilmesi eksik soruşturma nedeniyle bozma sebebi sayılmıştır.

Karar Künyesi:
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 15.06.2009, 2329/7072

Gözlüksüz Araç Kullanan Sanığın Görme Yetisinin Olay Üzerindeki Etkisinin Değerlendirilmemesi

Karar Metni:
Sanığın gözlüksüz araç kullanması nedeniyle bilinçli taksirle suç işlediği kabul edilmiş, ancak gözlüksüz haldeki görme yetisinin olay üzerindeki etkisi uzman hekim tarafından değerlendirilmemiştir. Bu inceleme yapılmadan ve olayla bağ kurulmadan bilinçli taksir kabul edilerek hüküm tesis edilmesi bozma sebebi sayılmıştır.

Karar Künyesi:
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 03.12.2007, 3339/8841

Tek Bir Ateşle Birden Fazla Suçun Oluşması Halinde En Ağır Suçtan Ceza Verilmesi Gerektiği

Karar Metni:
Sanık, öldürme kastıyla ateş ettiği sırada araya giren başka bir kişiyi yaralamış ve bir fiille hem kasten öldürmeye teşebbüs hem de olası kastla yaralama suçu oluşmuştur. TCK’nın 44. maddesi gereği, sanığın en ağır suçtan cezalandırılması gerekirken, iki ayrı suçtan mahkûmiyet kararı verilmesi hukuka aykırı bulunmuştur.

Karar Künyesi:
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 03.12.2013, 2012/1-1569, 2013/575

Sanığın Yakınına Karşı İşlediği Suçta Şahsi Cezasızlık Hükmünün Uygulanması

Karar Metni:
Sanık ile ölenin aileleri aynı bahçede yaşamakta olup, ölenin sanığın evinde büyüdüğü ve mağdur ailenin sanıktan şikayetçi olmadığı anlaşılmıştır. Sanığın olaydan dolayı ciddi mağduriyet yaşadığı ve artık bir ceza verilmesinin gereksiz olduğu tespit edilerek ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi hukuka uygun bulunmuştur.

Karar Künyesi:
Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 08.03.2012, 21939/6701

Sanığın Eşinin Ölümü Nedeniyle Maruz Kaldığı Psikolojik Travmalar Nedeniyle Şahsi Cezasızlık Hükmü

Karar Metni:
Sanık, ailesinin rızası olmadan evlendiği eşi ile mutlu bir evlilik sürdürmekteyken eşini kaybetmiş, olaydan sonra psikolojik tedavi görmüş ve ağır bir mağduriyet yaşamıştır. Sanığın bu mağduriyeti dikkate alınarak, şahsi cezasızlık hükümlerinin uygulanmasına karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Karar Künyesi:
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 23.11.2010, 9-196/228

İki Kişinin Ölümüne Sebebiyet Verme Halinde Cezanın Artırılması Gerektiği

Karar Metni:
Sanığın, eşinin yanı sıra arkadaşı Yılmaz K.’nin de ölümüne sebebiyet vermesi nedeniyle, TCK’nın 85/2. maddesi kapsamında değerlendirme yapılması ve daha ağır bir ceza verilmesi gerekirken, hatalı şekilde hüküm kurulması bozma sebebi sayılmıştır.

Karar Künyesi:
Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 18.09.2012, 1095/18869

Denetim Süresi İçerisinde Yeni Suç İşlenmesi Halinde Erteleme Kararının Düşmesi

Karar Metni:
Sanığın, denetim süresi içerisinde yeni bir suç işlemesi halinde, erteleme kararının düşmesi ve hükmün infaz edilmesi gerekmektedir. Sanığın suç işleme zamanı ve koşulları dikkate alınarak, uygun maddeler çerçevesinde karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Karar Künyesi:
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 01.02.2010, 15305/1427

Sanığın Yakınının Öldüğü Durumda Şahsi Cezasızlık Hükmünün Uygulanamayacağı

Karar Metni:
Sanığın eşinin kardeşinin öldüğü olayda, TCK 22/6 kapsamında şahsi cezasızlık hükümlerinin uygulanamayacağı ve sanığın hukuki durumunun buna göre değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Karar Künyesi:
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 24.09.2007, 371/6672

Taksirle Ölüme Neden Olma Suçu Sıkça Sorulan Sorular

Taksirle adam öldürmede indirim olur mu?

Evet, taksirle adam öldürme suçunda bazı hallerde indirim yapılabilir. Özellikle failin suçu işledikten sonra mağdurun ailesinden özür dilemesi, zararı karşılaması, pişmanlık göstermesi gibi durumlar mahkemece takdiri indirim sebebi olarak kabul edilebilir.

Ayrıca failin kusur oranı düşükse, olayda mağdurun da etkisi varsa ya da failin sabıkasız oluşu gibi etkenlerle ceza alt sınırdan verilebilir ve hatta ertelenebilir.

Taksirle öldürmede hapis cezası ertelenir mi?

Evet, taksirle öldürme suçunda verilen hapis cezası belirli şartlar altında ertelenebilir. Özellikle cezanın 2 yıl veya daha az olması, failin daha önce kasıtlı suç işlememiş olması ve mahkemede olumlu kanaat oluşması halinde TCK 51. maddeye göre cezanın ertelenmesi mümkündür.

Bilinçli taksir durumunda ceza genelde yükselir, ancak yine de somut olayın özelliklerine göre erteleme uygulanabilir.

Taksirle öldürmede hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) olur mu?

Evet, taksirle adam öldürme suçunda şartlar uygunsa HAGB kararı verilebilir. Bunun için:

Sanığa verilecek cezanın 2 yıl veya altında olması,

Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan ceza almamış olması,

Mahkemenin sanık hakkında olumlu kanaate sahip olması gerekir.

Eğer bu şartlar sağlanıyorsa, 5 yıllık denetim süresi boyunca yeniden suç işlenmemesi halinde ceza hiç uygulanmaz ve sabıka kaydına işlenmez.

Taksirle adam öldürmede denetimli serbestlik olur mu?

Evet, ceza infaz kanununa göre taksirle adam öldürme suçunda verilen hapis cezası, 1 yılın altında kalacak şekilde infaz edilecekse, denetimli serbestlikten yararlanmak mümkündür.

Örneğin 3 yıl hapis cezası alan bir kişi, cezasının belirli kısmını cezaevinde geçirip kalan süresini denetimli serbestlikle dışarıda tamamlayabilir. Bu uygulama, failin kişiliği, sabıka durumu ve cezaevi disiplini gibi etkenlere göre değişiklik gösterebilir.

Taksirle adam öldürmede sabıka kaydı olur mu?

Eğer mahkeme hapis cezası verip erteleme veya HAGB kararı uygulamazsa, kişi hakkında mahkumiyet kararı sabıka kaydına geçer. Ancak ceza ertelenirse veya HAGB kararı verilirse sabıka kaydına işlenmez, sadece arşiv kaydına alınır.

Arşiv kaydı, sadece resmi makamlarca görülebilir ve özel başvurularda (örneğin işe girişte) görünmez.

Taksirle adam öldürmede ceza paraya çevrilir mi?

Taksirle öldürme suçlarında verilen hapis cezaları, 1 yıl ve altıysa, mahkeme tarafından adli para cezasına çevrilebilir. Ancak cezanın 1 yılın üzerinde olması halinde, para cezasına çevirme mümkün değildir.

Ayrıca bilinçli taksir varsa veya mağdur sayısı fazlaysa, mahkemeler genellikle cezanın paraya çevrilmesine yanaşmaz. Somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılır.

Çağrı Ayboğa

Avukat Çağrı Ayboğa, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olup yüksek lisans öğrenimine devam etmektedir. Ayboğa + Partners Avukatlık Bürosu’nun kurucu avukatlarındandır. Ankara Barosu’na kayıtlı olarak dinamik ve tecrübeli ekibiyle avukatlık mesleğini icra etmektedir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Ara